İşte okulun ilk günüydü. Çalışılıp didinilmiş bir yılın ardından derin bir nefes alabileceğim üniversite hayatına başlıyordum. Okulu görmek için iki kez gelmiş olmam dışında kampüs hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ne kampüs, ne kampüs hayatı, ne de hayatımı alt üst edecek birine teslim olacağımdan.
Olacaklardan habersiz, büyümüş olmamın verdiği özgüvenin çocuksu heyecana dönüşüvermesiyle ufak adımlarım dik yokuşu çıkmaya başladı. Matematik öğrencisi olma yolundaki ilk adımlarımı attığımın farkında değildim. Yeni arkadaşlıklar, yeni ortamlar, özgür olma hissi ve benim gibi birçok kişinin inkar etmeyeceği olan bir gerçek, yeni aşk.
Bir yıllık ingilizce hazırlık okuma zorunluluğu başta pek parlak bir fikir gibi görünmese de sonradan tembelliğin dibine vurulacak bir yıl olacağı düşüncesi ikna etmişti beni. Şimdi de kimlerin tembelliğime eşlik edeceğini öğrenme vaktiydi.
Hemen kapı girişine uzunca asılmış olan listeden adımı aradım. İşte İlkay Seçkin. Parmağımla adımın yazılı olduğu satırı takip ettim. Artık sıra sınıfı bulmaktaydı. Hangi katta olabileceğini düşünürken telefonum çalmaya başladı. Bir yandan çantamda telefonu ararken diğer yandan ilerleme düşüncesiyle yürüyordum. Ta ki kendini bilmezin biriyle çarpışana kadar. İnatla çalan telefonumun susmasıyla başımı kaldırıp bir şeyler söylemeye yeltendiğim sırada arkasını dönüp gitti. Özür dilemek veya bağırıp çağırmak bu durumda normal olanıydı. Oysa bu kendini bilmez, kas yığını beyimiz hiçbir tepki vermeden arkasını dönüp gitmişti.
İlk günden sinirlenmek olmaz diye kendimi yatıştırmayı seçtim. Tekrar sınıfı aramaya koyuldum. 10 dakikalık arama sonucunda kutu gibi bir sınıfla karşı karşıya buldum kendimi. O an hiç de öyle hayal etmediğimi fark ettim.
İçeriye kafamı uzatıp göz gezdirdikten sonra içeri girdim. Üç erkek öğrenci dışında kimsenin olmayışı benim için pek hoş bir durum değildi. Selam vermek istedim içten içe. Ancak benlik bir davranış olmadığına karar vermem çok uzun sürmedi. Onlardan bir yaklaşım beklesem de benden farklı bir yol izlemediklerini anladım.
Sınıftan çıkmak iyi olur diye düşündüm. Ceketimi asıp kızlar tuvaletine yöneldim. Oyalanıp zaman kazanmak için ellerimi yıkarken beni arayanın kim olduğunu merak ettim. Ellerimi kurulayıp tekrar telefonumu aramaya başladım. Bulduğumda gelen cevapsız aramaya baktım. Babamdı. Muhtemelen babam değil annemdi arayan. Daha sonra ararım diye düşünüp telefonu çantaya attım.
Yeni birilerinin gelmiş olması ümidiyle sınıfa gittim. Erkek nüfusu artmış olmasına rağmen yalnızca bir kız vardı.
İçeri girdiğimi görür görmez gülümsedi.
"Merhaba ben Sümeyye."
"Selam ben de İlkay." derken yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirmiştim. Bana yaklaşım gösteren tek kişi Sümeyye olduğundan birbirimizi tanımak için sohbet etmeye başlamıştık bile.
İlk tanıştığım kişinin bölüm arkadaşım olması benim için büyük şanstı. Sınıfların belirlenmesinde hangi bölümleri kazandığımızın ölçüt olmaması her bölümden öğrenciyle aynı sınıfta olabileceğimiz ihtimalini ortaya koyuyordu.
İlk günlerde hocalarla, sınıf arkadaşlarıyla kaynaşma merasimi dışında herhangi bir olaya şahit olmamıştım. Her geçen gün biraz daha eğlenceli bir hal alıyordu arkadaşlıklar. Ama Sümeyye'yle bir başkaydı sanki arkadaşlığımız. Kimsede göremediğim samimi içten bir gülümseyişi vardı bana karşı. Birçok erkeğin bundan etkilendiğine adım kadar emin olabilirim. Ancak kız arkadaşı olarak benim için sıkı bir dostluğun sirenlerini çalıyordu bu gülüşü.
Her şeyi oluruna bırakanın bir ben olmadığımı bildiğimden oldukça rahattım. Günler oldukça çabuk geçiyordu. Çabuk geçen günler arkadaşlıklarımızı da olabildiğince çabuk samimileştiriyordu. Dolu dolu üç ay geçirmiştik. Çok uzun bir süre olmamasına rağmen Sümeyye'nin doğum günüm için plan yapması arkadaşlığımızın samimiyetini ortaya koyuyordu.
Doğum günüme bir gün kala beni kolumdan tutup sınıftan dışarı çıkaran Sümeyye olmuştu. Bir yere oturmaya bile sabredemeden, nefes almayı unutmuş gibi hızlı bir şekilde anlatmaya koyuldu. Bu hali öyle komik geliyorduki bana kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Kalabalık bir arkadaş grubunun içinden geçmeye çalışırken hala gülüyordum. Sümeyye'den gözlerimi ayırıp bir an bakışlarımı savurdum. Kime denk geleceğini düşünecek kadar vakit bulamadan birinde sabitlendi bakışlarım. Sanki karşımda ayna varmış gibi bir hisse kapıldım. Yanında ona bir şeyler anlatmaya çalışan arkadaşının anlattıklarına gülen bir çift göz gözlerime değince takılıp kalmıştı. Birkaç saniyelik bu anı dakikalarca yaşamışım duygusuna kapılırken "Sen beni dinlemiyor musun?" diyen Sümeyye'nin sesiyle tekrar ona odaklanmak için kafamı çevirdim.
Nihayet kantine gelip oturabilmeyi akıl edebilmiştik. Plan tamamdı. Yarın tarih 15 aralığı gösterdiğinde doğum günü kutlaması adı altında bir eğlence düzenlenecekti, anlaşılmıştı.
Sabah uyanmam bir hayli zor olmuştu. Birkaç dakika daha uyuyabilmenin yollarını düşünürken günlerden doğum günüm olduğunu henüz idrak edebilmiş değildim. Yorganı üzerimden attım, yatakta yavaşça doğruldum. Olabildiğince rahatsız edici bir gürültüyle çalmaya başladı telefonum. Arayanın Sümeyye'den başka biri olmayacağını bildiğimden acele etmedim.
Kapanmak üzereyken çalan telefonuma yetiştim.
"Nerdesin sen, kış uykusuna mı yattın?"
"Aslında hiç fena fikir değilmiş Süm."
"Bu sabah da espri anlayışın hiç formunda değil doğum günü kızı!"
Sahi bugün benim doğum günümdü. Uykusuzluk başıma vurmuş olsa gerekti. Çünkü unutmamın başka açıklaması olamazdı. Doğum gününü unutup o da yetmezmiş gibi bir de ona yapılan doğum günü sürprizine şaşıranlar hiçbir zaman samimi gelmemişti. Şimdi benim de onlar gibi davranmam hiç de hoş bir durum değildi.
Vakit kaybetmeden duş almak için banyoya gittim. Çıktığımda babam uyanmış, kahvaltı yapmak için beni bekliyordu. Pek alışık olmadığım bir manzaraydı bu açıkçası. Kahvaltı yapmayı sevmeyen babanın yine kahvaltı yapmayı sevmeyen kızıydım ne de olsa.
Babamı kırmamak için bir iki lokma atıştırdım. Geç kalmak istemediğimden biraz acele edip evden çıktım. Neler olacağından habersiz, uykusuzluğun verdiği yorgunlukla yola koyuldum.
Durağa geldiğimde yine aynı yüzlerle karşılaşmıştım. Selami amcadan günaydın diyen gülüşünü aldıktan sonra ayakta uyuduğunu sandığım Ömer'e döndüm.
Bu çocuğun çözemediğim bir yanı vardı. Henüz 20'li yaşlarında,hiçbir şey yapmasa dahi sabit durduğu yerde biri nasıl bu kadar etkileyici olabilirdi aklım akmıyordu.
Ömer'e olan hayranlığımı bir kenara bırakıp uykulu gözlerini bana çevirmesi için dürtükledim. Ancak o an onun için tüm iyi düşüncelerim yerle bir oldu. Uykusuzken küçük, mızmız bir erkek çocuğuna dönüştüğünü fark ettim.
"Günaydın Ömer."
"Sana da günaydın İlkay." derken otobüs durağa yanaşmıştı. Dolu otobüse binebilmek için olabildiğince hızlı davranıp kendime tutunacak bir köşe bulabilmeyi başarabilmiştim.
Ne Ömer'le ne de başka tanıdık bir yüzle tekrar karşılaşmak istemediğimden arkalara ilerlemiştim. Kulaklığımı takıp müzik dinlemeyi tercih ettim. Müzik listemdeki şarkılara göz attıktan sonra hepsinden sıkıldığımı düşündüm. Radyo dinlemek iyi olur dedim ve birkaç frekansa baktıktan sonra Kenan Doğulu'nun şarkısına denk geldim.
"Parti sen gülünce başlasın" sözleri bir anda sanki gözüme bir perde indirdi ve film oynamaya başladı. Sümeyye bana yine doğum günü planını anlatıyordu. Bense onu dinlerken bir yandan gülüyordum. Gülüşüm, bakışlarımın gülen o çocuğa takılmasıyla son bulmuştu. Ah yine o gülüş, yine nerden takıldığımı bilmediğim bakışlar.
Nereden gelmişti ki aklıma? Adını bilmediğim, sesini duymadığım birinin gözümde tekrar canlanması normal değildi benim için. Ben hayal eder, mutlu olur ve o anda bitirirdim her şeyi aklımda. Bu da neyin nesiydi?
Frekansı değiştirmek için telefonu elime aldığım sırada Emre'nin adı göründü ekranda.
"Günaydın İlkay, hiç uzatmadan konuya giriyorum. Sümeyye mesaj attı az önce. Şuan her neredeysen Beşiktaş'a gidiyorsun. Biz de yarım saate orada oluruz. Doğum gününde seni derse sokmaya gönlü razı olmamış sevgilimin. E haksız sayılmaz. Hep beraber okulu ekiyoruz. Senin için ufak bir sürpriz varmış bu arada. Hadi görüşürüz."
"Görüşürüz." dememe fırsat vermeden telefonu yüzüme kapatmıştı.
Sümeyye aramamıştı çünkü tahminimce hazırlanmakla meşguldü. Yarım saat sonra demişlerdi ama Süm'ün 1 saatten önce evden çıkamayacağını hesaba katarsak oldukça bekletilecektim. Alışmıştım zaten bekletilmeye. O yüzden çok da sorun değildi benim için. Hem sahilde oturup biraz yalnız kalmak iyi gelirdi.
Beşiktaş'ta hangi kafeye gideceğimizi mesaj atmıştı Emre'yle Süm. Altına bir de ufak bir not düşmüşlerdi. "Biz biraz geç kalabiliriz."
Denizi biraz izledikten sonra saate baktım. Daha vaktim var gibi görünüyordu. Gözlerimi kapatıp soğuğu elimin tersiyle ittim. Yokmuş gibi varsaymaya çalıştım.
En son ne zaman arkadaşlarımın benim için bir araya geldiğini düşündüm.
Kadir yapmıştı organizasyonu. Neredeyse bütün arkadaşlarımı hastane odasına toplamıştı. Ameliyatımdan sonra moral olsun diye geçmiş olsuna gelmişlerdi. Ki öyle de olmuştu. Onlar sayesinde hiç olmadığım kadar kendimi iyi hissetmiş, yalnız olmadığımı görmüştüm. Ele başının Kadir olmasınaysa hiç şaşırmamıştım. Bizim lisenin gelmiş geçmiş en çılgını olduğunu hocalarımız bile söylüyordu ama bu benim için onun dostluğundan daha önemli değildi.
Kadir'i çok özlemiştim. Liseden sonra yabancı dil eğitimi için yurt dışına gittiğinden uzun zamandır görüşemiyorduk. Beklemekten başka yapacak bir şeyim olmadığından döneceği günü iple çekiyordum.
Saatime tekrar baktım. Artık görüşeceğimiz yere gitsem iyi olacaktı. Dalgaların sesine karışan adımlarım sahilden uzaklaşmaya başlamıştı. 10 dakikalık yürüyüş sonucunda buz kütlesine dönüşmeden kafeye gelebildiğim için dua ediyordum.
Bizimkiler hala gelmemişti. Çok da şaşırılacak bir durum değildi.
Kendime oturacak bir köşe bulup kahve siparişi verdim. Birkaç dakika bekledikten sonra kahvemi getiren garsonun arkasında iki çift göz belirdi.
"Çok bekletmedik ya?"
İkisi birden aynı cümleleri kurmayı nasıl başarabiliyorlardı acaba? Sevgili olmanın altın kuralı buydu herhalde ya da yalnızca ikisine has bir şeydi belki de.
Sümeyye "Karnım açlıktan zil çalıyor." derken Emre sipariş vermek için garsonu çağırmıştı bile.
"Biz üç kahvaltı tabağı alalım."
Bu çocuğun fikrimizi sormadan kendi kafasına göre iş yapması çoğu zaman sinirlerimi bozsa da şuan doğru seçim yapması hoşuma bile gitmişti.
Kahvaltılarımızı bitirdikten sonra Süm'ün sürekli telefonuyla uğraşması dikkatimi çekmişti. Sevgilisi yanındaydı. Ben yanındaydım. Üstelik saat daha erken sayılırdı. Bu saatte kimle bu kadar ilgileniyordu anlamış değildim. Tam kimle konuşuyorsun diye soracağım sırada beni kolumdan tutup tuvalete sürüklemeye başladı. Tek gidemezmiş, yardımıma ihtiyacı varmış gibi bahanelerle yanında götürdü beni. Aynada kendine biraz bakıp makyajına ufak rötuşlar yaptıktan sonra tuvaletten çıktık. Döndüğümüzde Emre yerinde yoktu. Sümeyye beni sırtım kapıya dönük olacak şekilde oturttu. Kendisi de karşıma geçti. Emre nerde diye sorduğum sırada arkadan Emre'nin sesini duydum.
"Buradayız."
Buradayız? Biz? Siz? Yahu bu Emre tek gidip kaç kişiyle dönmüştü?
Birden elleriyle gözlerimi kapattı biri.
"Bil bakalım ben kimim?"
Bu neşeli ses tam da Kadir'in sesiydi. Yoksa özlemim had safhada olduğundan ben mi öyle zannediyordum.
"Kadir? Sen misin? Sensen çabuk söyle. Ona göre çığlığı basacağım!"
Elleri gevşedi ve gözlerimden çekildi. Arkamı bir hışımla döndüm. Kadir olduğunu görmemle boynuna atlamam bir olmuştu. Gelmişti. Benim için. Doğum günüm için.
"Doğum günün kutlu olsun prenses!"
"Hediyelerin en güzeli, arkadaşların birtanesi, canımsın!"
Övgülere daha devam edecektim ki Emre söze karıştı.
"Bence iltifatlarının hepsini tek nefeste harcama. Biz ikimiz için de övgü sözcüklerine ihtiyacın olacak."
Ne yani Süm'le Emre de mi bu işin içindeydi? Tabi ya! Günlerdir Sümeyye'nin susmayan telefonu, benden gizli telefon görüşmeleri. Hepsi benden gizli olduğundan kalbim kırılmıştı. Hiçbir şey söylemeyişinin sebebini şimdi anlıyordum.
Aklımdaki düşüncelerim hepsini kafamdan silip attım. Yalnızca anın tadını çıkarmak istiyordum. Kadir'e dönüp tekrar sarıldım. Uzun bir süre öyle kaldım. İtirz etmedi. Aylardır görüşemiyoruduk belki ama bana yıllar geçmiş gibi geliyordu.
Kadir'in artık nefes alması gerektiğini düşünüp kollarımı boynundan çekip yanına oturdum. Türkiye'den ayrıldığı andan itibaren her şeyi anlatmasını istedim. Kırmadı beni. Anlatabildiğince her şeyi anlattı. Kaldığı yeri, oda arkadaşını, çalıştığı yeri...
Zaman ne de çabuk geçmişti. Benim Kadir'le ilgilenişimi fırsat bilen Sümeyye'yle Emre'yse romantizmin dibine vurmuşlardı. Keyifleri yerinde olduğundan bozmak istemedim. Benim de keyfim oldukça yerindeydi zaten.
Artık arkadaşlarla toplanacağımız mekana gitmemiz gerektiğini Sümeyye üçüncü kez söylüyordu. Bu da Kadir'in gideceği anlamına geliyoru. Uçağa yetişmesi gerektiğini, yalnızca birkaç saatliğine geldiğini söylemişti. Her ne kadar üzgün olsam da vedalaşmak için son kez sarıldım. Onunla kafe çıkışında ayrılırken Sümeyye'yle Emre beni beklediğinden acele etmeye çalıştım. Emre arabasıyla gelmişti. Arka koltuğa atlayıp sessizce gideceğimiz mekana varmayı bekledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALACAKLI
Jugendliteratur" 'Kendine dikkat et. Senden alacağım var.' Konuşurken üstüme yürüdüğünden geriye gitmiştim. Birden sırtımda hissettiğim bahçe duvarıyla bedeninin arasına sıkışırken kulağıma eğildi. 'Bana posta koymak sana düşmez bayan matematik.' "