Çok özür dilerim 'MZ' okuycuklarım. Çok geç oldu bu sefer. Okul yüzünde işlerim vardı. Hala bitmiş değil. Bu arada okuma sayımız her geçen gün düşüyor lütfen kitabımı görmezden gelmeyin ben sizin için uğraşıyorum yazıyorum. Lütfen sizde okuyun voteleyin yorum atın artık.
Medyada
TNK-Öbür YarımAyaz'dan Devam:
İkimizde evden çıktığımızda beri konuşmuyorduk. Mira kafasını cama yaslamış yansımasına bakıyordu. Ama düşündüğünü dudaklarını büzmüş, gözleri dikkatle baktığında anlayabiliyordum. Yola bakarken arada Mira'ya bakıyordum. Onu böyle görmek benide üzüyordu. Arabayı sahile çekip ona baktım. Elimde olmadan sesim üzgün çıkmıştı.
- Birşey istiyormuşsun alayım mı? Dedim. Bana bakmadan, ciddiyetle;
- 2 kavanoz nutella, 5 canga, 6 tane nestle sütlü çikolata ve 2 bira istiyorum. Dedi. Dehşetle ona baktım. Bu kız her üzüldünde böyle yiyorsa nası ince olabilir ki. Bana "ben ciddiyim" der gibi baktı. Bense hala "şaka yaptım" demesini bekliyordum. Ama demedi. Sıkıla sıkıla arabanın kapısını açıp indim ve yavaşça kapattım. En yakın bakkala gittim ve kendi istediklerime Miranın istediklerini aldım. Arabaya doğu geri yürüdüm. Arabaya bindim ve kapıyı biraz hızlı kapattım. Kapıyı kapattığımda Mira yerinden sıçradı. Ona baktığımda gözlerinde sanki beni öldürmek için 5 sezonluk film çekiyordu. Bana öyle bulmasından biraz, çok azıcık, çeyregin çeyreği kadar korktum... Sayılır. Bu yüzden elimdeki poşetleri kafamın yanımda tutup şirince sırıttım. Elimdeki poşetleri alıp arabadan indi ve kapıyı sertçe kapattı. Topuklu ayakkabılarını çıkardı. Kayalıklardan birine oturdu. Poşetten bi bira çıkardı ve açtı. Biradan büyük bi yudum aldı ve suratını buruşturup eline bi çikolata aldı.
Arabadan indim. Yanındaki kayalıga oturdum. Çikolatası bitince poşetten canga aldı ve büyük bi ısırık aldı. Rüzgar saçlarını uçuştururken o bana bakmadan denizi izliyordu. Hava ona soğuk gelmiş olmalı ki kollarını beline sardı. Hemen deri ceketimi çıkardım ve omuzlarına koydum. Bana baktı bi süre sonra denizin manzarasını izlemeye devam etti. Şuanda yaşadıklarımızın hepsi bana eski günleri hatırlatıyordu.
- Eskiden de böyle yapardık. Sen veya ben ne zaman canımızı sıkan bir şey olsa; üzülsek, korksak, nefret etsek veya mutlu, heyecanlı ne bilim ne hissedersek manzara yerimize veya her hangi bir manzaraya oturur birbirimizi dinlerdik. Düşüncelerimizi söylerdik. Mutluysak daha mutlu ederdik, üzgünsek mutlu etmeye çabalardık birbirimizi. Ne olursa olsun birbirimizi korurduk. Bu hallerin tıpkı o günlerdeki gibi. Kalbin eskisi gibi ama aklın... Çok karışık. Biliyorum... Yani anlamaya çalışıyorum seni. Lütfen beni hatırla. Geçmişine... Bana... Bi şans ver?. Dedim. Ama aklımla değil herşeyi kalbimin en derinlerinde gelerek konuşmustum. Derin bir nefes aldım ve dolunayın parlattığı denizi izlemeye başladım.
Bi hıçkırık sesi geldiğinde hemen Mira'ya baktım. Karşımda başını eğmiş, korumasız, saf, masum bir küçük kız gibi ağıyordu. Bi elimi başına diğer elimide beline koyup kendime çektim. Hemen başını boyun girintime soktu. Kollarını belime sımsıkı sarıldı ve ağlamaya başladı.
Ağlaması şiddetlendi ve bi elini belimden çekip yumruk yaptı. Güçlü olmayan yumruk yaptığı eliyle göğsüme yumruk atmaya başladı. Bağırarak, boğuk çıkan sesiyle;
- Lanet olsun! Lanet olsun! Hatırlamıyorum. Seni yaşadıklarımızı hatırlamıyorum! Özür dilerim!. Dedi. Sonlara doğru sesi kırılmıştı. Bağırarak konuştuğu için etraftaki bi kaç kişi kafasını bize çevirdi. Sesimin yumuşak ve şefkatli bi ses tonunda çıkmasına çalışarak;
- Şşşhh tamam. Tamam... Herşey yoluna girecek. Sadece zamana ihtiyacımız var... Ağlama artık. Hem Mehmet amca seni üzmememi söyledi. Mehmet amca seni böyle görürse beni kulaklarımdan asar. Dedim. Başını boyun girintimden çıkardı yüzüme bakmaya başladı. Göz yaşlarını sildim ve titrek sesiyle;
- Sana şans vericem... Bana herşeyi anlat. Dedi. İşte bu bi kaç cümlede dünyalar benim oldu. Yüzümdeki gülümsemeye engel olamayarak. Cam gibi parlayan, aglamaktan gözleri kızarmış ve göz altları şişmiş gözlerine baktım. Önüne gelen bi tutam saçını kulağının arkasına koydum. Fısıltı gibi çıkan sesimle;
- Söz veriyorum herşeyi hatırlatcam. Dedim. Poşetten 1 nutella ve 2 tane kaşık aldım. Kaşıklardan birini ona uzattım ve yemeye başladık. Mira bi kaşık daha aldı ve bana meraklı gözlerle bakarak;
- Benim hakkımda ne biliyorsun?
- Herşeyi. Dedim net bu şekilde. Mira bana şaşkın şaşkın bakıyordu.
- Beni bana anlatılmasın? Dedi.
- 2 sene önceki halleriyle bu hallerin nerdeyse aynı aslında mesela. Biz küçüklüğümüzden beri beraber uyuruz. Sen gece pencereyi açık bırakırdın. Bende ağaca tırmanıp pencereden odana girerdim ve beraber uyurduk. Ben olmadan uyuyunca benim tişörtümü giyip yastığa sarılarak uyurdun. Ben geldiğimde yastığı elinden almaya çalışırdım. Çalışırdım. Çünkü yastığa çok sıkı sarılırdın. Dedim ve durdum. Mira'ya baktım kafasını boyun girintime soktu ve belime sıkıca sarıldı. Bi an afallasamda bende ellerimi beline koydum ve sıkıca sarıldım. Kafasının üstüne kafamı koydum. Mira fısıltı gibi çıkan sesiyle;
- Devam et. Dedi.
- Üzgün veya kızgın olduğunda bazen kendini sakinleştirmek için şarkı söylersin. Sesin çok güzel bi melek kadar huzurlu. Sesini seviyorum. Canım sıkıldığında sana şarkı söyletiyorum. Ama aslında bu itirafta bulunayım... Sana canım sıkıldığında dediğim zamanlarda sesini duymayı sevdiğim için şarkı söyletiyodum. Mira... Bana şarkı söylemisin. Dedim. Miradan ses çıkmıyodu. Kafamı kafasından kaldırdım ve yüzüne baktım. Mışıl mışıl uyuyordu kardeşim. Onu uyandırmadan kucağıma aldım ve arabanın yanına gittim. Mirayı ön koltuğa nazikçe koydum. Oturduğumuz kayalıklara geri gittim aldıklarımı Miranın topuklu ayakkabısını aldım ve geri arabaya gittim. Aldıklarımı arka koltuğa koydum ve sürücü koltuğuna geçtim. Arabayı çalıştırdım. Yolda giderken arada Mira'ya bakıyordum. Koltuk rahat galiba hiç rahatsız gibi durmuyordu.