*Dide Pak*
İki gencin arasında hararetli bir şeyler geçtiği aşikar. Ben ise hala bihaberim. Onlardan kalan dağınıklığı toplarken, değerli antikalarımın hasar görmemiş olmasını diliyorum.
Yardımsever adam "Ortağıma yardıma geldim." dedi yerden aldığı antikayı rafına yerleştirirken.
Feminist tarafım yerinde durur mu? Hemen bir muhalefet, bir baş kaldırı başlattım.
"Gücüm kuvvetim yerinde çok şükür."
Ufak çaplı bir laf atışması beklerken, onun gözlerinde endişe kıvılcımları gördüm. Bu endişenin konumuzla ilgili olmadığını, dükkan camının şangırtısıyla anladım. Görüşüm sebepsizce bulanıklaştı. Gözlerim kapanmadan önce endişeli gözlerin dudakları, ismimi haykırıyordu. Sonrası karanlık.
Gözlerimi araladığımda, koltuğun üzerindeki Poyraz'ın kucağındaydım. O ise; benim gözlüklerim ve telefonunun ön kamerasıyla bizi çekiyordu. Kucağından kalkmaya yeltenirken "Çıkar şu gözlükleri. Karısı ölmüş kız çocuğuna benziyorsun." demesem içimde kalırdı.
Sağ dirseğini karnıma geçirerek koltuğa gömülmemi sağladı. Değişik bir "Gücü kuvveti yerinde kızımızın, biraz daha dinlenmesi gerekiyor." deme tarzı var. Biraz duraklamanın ardından şapşal yüz ifadesiyle beni tekrar etti.
"Az önce karısı ölmüş kız çocuğu, mu dedin?"
Aynı şapşal ifadeyi takınarak "Az önce baygın bir kızla fotoğraf mı çekildin?" dedim.
Söylediklerimden keyif alır gibi bir hali vardı. Eksik cümlemi "Ve kucağımdaydın." diyerek tamamladı.
Benim cevabım gayet net: "O fotoğraf silinecek."
Ani bir duygu değişimiyle ciddiyet maskesini takınarak uzun soluklu konuşmasına hazırlandı.
"Dükkan camından atılan taş kafana geldi. Şanslıydın çünkü bu harika gözlüğe sahipsin."
Uzandığım yerden doğrulduğumda, artık kucağında oturur vaziyetteydim. Ben dudaklarına bakmamaya özen gösterirken, o gözlerini dudaklarımdan ayırmıyordu. Onun aksine gözlerine sabitlendim. Sadece bu sefere mahsus, tavan yapmış egosunu umursamadan kalbimden geçen sözcüklerin dilimden dökülmesine izin verdim.
"Şanslıydım çünkü sen vardın."
Bunları söylediğime pişman olmam uzun sürmedi. Sözcükler bizi bir soluk daha yakınlaştırdı. Oysa buna hazır olduğumu sanmıyorum. Tam yelkenleri suya indirecekken elime gelen şey kurtarıcım oldu.
"Bu da ne?"
Elime çarpan sert şey, kucağında oturduğum şahsiyetin cebinde. Hiç düşünmeden çekip çıkardım.
"Bu eski bronşu nereden buldun? Tanıdık geldi."
Gözlerindeki ifadeden pek bir şey okunmuyor. Bu ifadeye, onu ilk gördüğümde tanık oldum. O an düşündüğüm tek şey mimiklerinin bozuk olduğuydu. Mimiksiz, konuştu.
"Bir yolculuk hatırası diyelim."
Hafızamı zorluyor ve bronşu hatırlamaya çalışıyorum. Aklıma gelen şeyle, bir dolu gülücük gözlerime yerleşti. Gözlerim odada el çantamı aradı. Masadaki çantama ulaştığımda, yerimde duramıyordum.
Beni izleyen şaşkın bakışlara karşılık "Çok fazla tesadüf var." demekle yetindim. Elimi çantama attım ve bronşun bendeki yarısını zaferle havaya kaldırdım.
"Gülünç değil mi? İnsanlar diğer yarısını doğru seçemezken, ben annemden kalan bronşun yarısını bulmaya çalışıyordum. Ve sen geldin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖZLÜK
FantasyTaş kağıda aşıktı. Çünkü ona bir tek kağıt sarılıyordu. Bu yüzden de önüne çıkan tüm makasları kırıyordu. Onlarınki fantastik bir aşkın hikayesi. Dokunabilmek ile iyileştirmek arasında ince bir araf vardır ya bu öyküde… O arafta evcilik oynayanların...