Ben... Hissedebiliyorum.
Etrafımda, beni çepeçevre saran soğuk, kalın duvarlar var. Öyle soğuk ki; vücudum uyuşmuş. İliklerime kadar işlemiş. Zihnim ölüm kadar sessiz, vücudum, üzerine durgun bir deniz örtülmüş kadar sakin.
Hissedebiliyorum.
Nerede olduğumu ve neden burada olduğumu, neden bu hale geldiğimi sormak istiyorum. Beni bu noktaya kimin getirdiğini bilmek. Neden hiçbir şey yapamadığımı, aslında kimi suçlamam gerektiğini ve en çok da, kendimi anlayabilmek istiyorum.
Bunların hiçbiri gerçekleşmiyor. Sanki elim kolum bağlanmış, ayağımda koca bir taşla beraber dipsiz bir okyanusa atılmışım gibi. Git gide derinlere iniyorum. Soruların cevaplarını aramak beni daha da dibe batırıyor.
Hissedebiliyorum.
Artık derinlerdeyim. Suların en karanlık noktasına varmak üzereyim. Kulaklarım üzerimde giderek katlanan suyun ağırlığıyla uğulduyor, ayağıma bağlı olan taş ise kontrolümü yitirmeme neden oluyor.
Bir daha asla yukarı çıkamayacağımı bilmeme rağmen, dibe ulaşırken bile yukarı bakıyorum. Kollarım yukarı doğru uzanıyor, aşağıya çekilmeme rağmen yukarı çıkıyormuş gibi hissediyorum. Bu bir aldatmaca. Ben ise aldananım.
Sonunda en dipteyim. Gelinebilecek en son noktada. En aldanan olarak. Sırtıma batan taşların üzerine uzanmış, gözlerim açıkken bunu çok rahat hissedebiliyorum. Nefes alabilecek kadar canlıyım. Can çekişmiyorum. Boğulmuyorum. Ne çırpınıyor, ne de bir tepki veriyorum. Sadece izliyorum. Bulanık suların ardındakini göremeyeceğimi bilsem bile, izliyorum.
Arada bir kaynağı belirsiz bir dalga yüzeyden bana doğru ulaşıyor, vücudumu titreştiriyor, hafifçe üflenen bir nefes gibi tenimi karıncalandırıyor. Ne zaman ümitlensem, ellerimi git gide büyüyen halkaya doğru uzatsam, dalga daha da genişliyor, en sonunda yok oluyor.
Tükeniyorum.
Sadece yoruluyor, bulunduğum derinlikten daha derin bir karanlığa sürükleniyorum. Bilmem gereken bir şeyler var, karanlığın aydınlatması gereken cümlelerim var. Ama bu derinlikte bilinçten uzağım.
Bildiğim tek bir şey var; Hissedebiliyorum.