İsmim Sümeyye,
Sümeyye Demirkıran. Yaşımın daha küçücük olduğu zamanda bembeyaz resim defterinin üzerine çizdiğim gökkuşağına, siyahı ekleyen o küçük kız benim. Bedenim büyümüş olabilirdi ama ruhum küçük bir çocuktu. Ruhu büyüten şey sevgiydi, sevgisiz büyüyen çocuğun ruhu hep küçük kalırdı. Babamın iki çatık kaşı karşısında hizada duran da bendim, ağabeyimin iri kolları arasında şımarık kahkahaları savuran da.
Baba; bu kelime yürek ısıtan herhangi bir duygu barındırıyordu. Hiçbir zaman babasına hediye alan, onun desteğini sırtında hisseden, ona resimler çizen biri olmamıştım. Babaya özlem, babayla gülmek, babayla oynamak bunlar benim için çürük birkaç kelimeden başka bir şey değildi.
Ben hiçbir zaman benim babam senin babanı döver muhabbetlerinede katılmamıştım mesela, çünkü biliyordum henüz dokuz yaşındaki kızına hiç acımadan tokat atan adam herkesi döverdi. Çocukluğuma uzanan kirli eller kalbimin ortasını bir hançerle oymuş, sızım sızım sızlayan kalbim karanlık hücrede sakladığı geçmişimi kanatmıştı. Ahenkle dağılan pis koku burun deliklerimden içeriye girmiş ve sarsılmama sebep olmuştu.
Hayır, babamdan nefret etmiyordum, aksine onu seviyordum, sadece bir baba nasıl sever onu bilmiyordum. Hayatta değil de, içimde bir yerlerde yetim kalmıştım ben.
Kullarını bir çiğnem et parçasından var eden Allah bir yerden imtihan etse bile mutlaka başka bir yerden o imtihanı kaldıracak gönül ferahlığı veriyordu. Benim gönül ferahlığım ağabeyimdi. İmtihanımın en şiddetli yerinde beni göğüs kafesinin içinde saklamıştı. Korumuş, kollamış; babamı aratmamıştı ancak babam varken babasız büyümenin yerini doldurmaya güç yetirememişti.
Biz kalubela da söz alınmış olan ruhlara Allah'ın en büyük rahmeti ise acı bâki değildi, alışıyorduk. Acının göbeğinde, gözü yaşlı çocuğun bile yarına dair umudu vardı.
Kafamızın içinde rol gösteren hayallerimiz vardır, ihtişamlı bir sahnenin başrolünü oynarız. Gönül bağı ile bağlandığımız hedeflerimiz imkansız tahtına oturmuş, zehir taşıdığı kıskaçlarından ümitsizliği aşılamıştı. Kanlı kadehler tokuşturulmuş, tüm güzellikler dünyaya has kılınmıştı. Allah'ın muttakiler için hazırladığı Cennet, gençlerin gönlünden düşmüş, idealleri ve arzuları dünya olan birkaç göbekli dünyaperestin dilinde ucuz bir meze olmuştu.
Cennetin etrafı nefsin hoşuna gitmeyen şeylerle döşenmişken, cehennem nefsin hoşuna giden, 'bu dünyada' rahat ve güzel görünen şeylerle döşenmişti. İnsanlar bu ikisinin ortasında bir yere 'misafir' olarak yerleştirilmiş, doğru yolu bulması için imtihanlar, sebepler ve yolunu kolaylaştırılacak deliller bırakılmıştı.
İnsanın eline sonsuzluk yurdunda kalacakları yerini seçme şansı verilmişti aslında, ama çoğu yaratılmış bunu kullanmak yerine geri tepecekti.
Feracemin son düğmelerini iliklerken zihnimde dolanan bu düşünceler insanlığımızın hakikati olduğu kadar üzerimize indirilmiş bir azaptı.
Ben ise,
Bir hayalin ipine tutunmuştum. İpler bileklerime sımsıkı dolanmış beni hızla kendine doğru çekerken ben, sadece ona ayak uyduruyor, düşmemek ve yarı yolda kalmamak için çaba sarf ediyordum. Uzunca bir ipin ucunda savruk rüzgar ile derbeder olmuş uçurma gibi hırpalanıyordum ama aşağıdan bakanlar sağa sola uçmamı hayranlıkla izliyordu. Bazen kalbim göğüs kafesimi yırtarcasına çarpıyor, bazense ıssız bir mabedin sakin köşesinde çöküyordu. Hayallerim vardı, benim kalbimi taçlandıran hayaller, O'nun kalbine yük olmuştu. Onun kalbi benimkinden çok daha kıymetli olduğu için mi canım bu kadar çok yanıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Vahyin Varisleri
SpiritualGenç kız, düştüğü asfalttan kalkarak, Bağırdı ona gülen herkesin duyabileceği şekilde: "Bizim başımız kapalı, sizin beyniniz."