Yatağımda uzanıyorum. Öylesine geçen bir günün ardından tavanıma sığamayan boşluklarımı doldurmaya çalışıyorum. Hiçbir amacım yok. O'nu sevmek dışında yaşama amacım yok. Gözpınarlarımdan dolup taşıyor yaşlarım. Yine onun için akıyorlar. Yine canımı acıtıyor. Bir insan nefret ede ede sever mi bir insanı? Ben seviyorum. ve aynı zamanda nefrette ediyorum. Ben Kim Jongin, yıllardır aşık olduğum Do Kyungsoo'dan onun için kendimden vazgeçebilecek kadar nefret ediyorum. Oysa beni öldürebilecek kadar benden nefret ediyor. Acılarla gülünecek kadar komik..
Küçükken, ailemle her yazı Busan'da olan yazlığımızda geçirir, babamla sabahın en erken saatlerinde balık tutmaya sahil kenarına inerdik. Babamın ne kadar bir şirkete ortaklığı olsada, oldukça mütevazi bir hayat yaşamaya özen gösterirdi. Annem Ben ve iki ablamda babamın bize öğrettiği -şımarmadan iyi bir hayat yaşanılabilir- cümlesiyle yaşıyorduk. Mutlu bir çocukluk geçiriyordum. Sorunlu biri asla olmadım. Ailem ve okul arkadaşlarımla aram her zaman iyiydi, çok sosyal bir hayat yaşamasamda, haftada 2 gün bir yerlerde, belki ebeveynleri şehir dışına çıkmış arkadaşlarımızın evlerinde, belki yer altında 18 yaş sınırı muhabbetini sorun eden bodyguardların ellerine para sıkıştırıp sorunu ört pas edebileceğiniz o köhne, boğuk, içinde nefes dahi alamayacağınız kadar basık bar köşelerinde sıcak bira kaçamağı yapacak kadar sosyal bir hayat yaşıyordum. Etrafımdaki insanlarla çok muhabbet etmezdim. Ortama ayak uydurur pürüzlük çıkartmazdım. Hayatımı kendi içimde yaşardım. herkes, doğduğumdan -çişimi anneme söyleyebildiğimden- beri içimde o asla kapatamadığım boşluğu, fırtınalar kopsa bile gıcırdıyan ama asla kapanmayan o kapılardan bi-haberdi. Pesimist biri değildim daha çok kendiyle vakit geçirmeyi seven o insanlardandım. Hani şu kimseye zararı olmadan yaşayan tiplerden. Çevremdeki insanlar yakışıklı olduğumu hatta bazı kızlar tenimin adeta çikolataya benzediğini iddia etsede ben, bu yorumlar karşısında daima yüzü kızarıp başına öne eğenlerden oldum. Anne ve babamın mütevaziliği tüm hücrelerime kadar işlemişti demek istediğim.
Yine Busanda bir sabah, güneş yavaştan yükselirken, babamın çağırışıyla gözlerimi araladım. Yine aynı sabah, yine yeni bir gün yeniden. İçimdeki o tarif edemediğim boşluğu elimle itekleyerek yerimden doğruldum. Her sabah yaptığım gibi. Yine kendimden kendimi görmezden geliyordum.
"uyandım baba hemen iniyorum!" babama yatağımdan kalkarken seslendim. Sesim uykudan yeni uyandığım için sanki son baharda kurumuş yaprağın yere yavaşça düşerken ki ahengiyle eş değerde çıkmıştı. Yüzümü yıkayıp aşağıya indiğimde merdivenlerin son basamağında durdum. Annem omletleri pişiriyor bir yandan babama yeşil çay mı kahve mi kararını bir an önce vermesini ve bana tekrar seslenmesi için 3 saniyesi olduğuna dair bir şeyler mırıldanıyor, ablalarım sofraya oturmuş aralarında gizli olduğunu -taa buradan- anlayacağım ama annem ve babamın bunun farkında dahi olmadığı -muhtemel erkek arkadaşları- hakkında fısır fısır konuşuyordu. İç çektim. Ailemi seviyordum. ve böyle bir ailede doğduğum için kendimi her zaman kutsanmış hissediyordum.
"hey! orada dikilmeye devam edersen omletin soğuyacak! gel artık Jongin hadi"
annemin tatlı ses tonunu işittiğimde bölündüm düşüncelerimden. Masaya ilerledim ve kısa bir günaydınlaşmadan sonra bir şeyler atıştırıp çıktık babamla yazlıktan. Oltaları alarak sahile koyulduk. Ben güneşin yeni doğmuş halinin ne kadar da ferahlatıcı olduğuna dair bir şeyler düşünürken babam benim hakkımda konuşmaya başladı.
" artık lise ikinci sınıfsın. Üniversiteyle ilgili kafanda bir kaç şey oturmuş olmalı. bu konu hakkında ne düşünüyorsun? "
" doğrusunu söylemek gerekirse bunun hakkında henüz bir şeyler düşünmüş değilim baba" dedim ve babama döndüm. Güneş yüzünden açamadığı gözleriyle bana bakıyordu. Yüzünde şaşırmışa benzer bir ifadeyle devam etti. Çünkü ben planlı yaşardım ve Oda bunu çok iyi bilirdi. ama bu seferki plansızlığımı geçiştirecek ve yüzündeki şaşırmışlığı bozuntuya vermeyeceğine adım kadar emindim, ki öylede oldu. Küçük bir -nedesembilemedim- öksürüğü bıraktıktan sonra
" her zaman ne karar alırsan al en doğrusunu alacağına eminim evlat " diyerek sırtımı pat patladı. gülümsedim. Arkamda babamın olması, ona sırtımı yaslayabilme fikri bile beni rahatlatıyordu. yüzümdeki tebessümle "teşekkür ederim" dedim ve farklı her hangi bir konudan bahsederek sahile yürümeye devam ettik.
Sahile varır varmaz babam şapkasını takıp yağmurluğunu giyerek oltasını atmıştı bile denize. "Bugün hava bozacak gibi he sence de öyle değil mi? " dedi gözlerini kara bulutlara dikmiş yağmur olasılığı hakkında bir şeyler söylüyordu ama ben o an onu anlamıyor, henüz gürlememiş gök gürültüsünü duyuyor, çakmamış şimşekler tarafından çarpılıyordum. Bir damla yağmur yüzüme düştüğünde hiç oralı olmadım. Gözlerimi bir an ayırırsam eğer, sanki oradan gidecekmiş sanki yok olacakmış sanki hiç orda olmamışta hayal görüyormuşum gibi geliyordu. Gözlerimi çekmedim. Denizin kıyısında, babamla benim bulunduğum kayalığın çok az ilersinde, bembeyaz dizlerini kendine çekmiş, küçücük çenesi dizlerine değerken, uzun kahkülleri göz kapaklarına düşmüş oturuyordu. Babama -hemen geleceğim- diye bir şeyler mırıldanıp biraz daha yaklaştım yanına O'nun. Gözlerimi hala ayırmamış hatta kırpmamış bir şekilde bakarak yaklaşıyordum. Yaklaştım yaklaştım ve yaklaştım. Artık aramızda sadece bir kaç adım mesafesi kalmıştıki daha fazla devam etmeden oturdum kumsala bende. Altınımsı rengiyle parlayan kum O'nun beyaz tenine inanılmaz uyum sağlıyordu. Yutkundum. Hayatım boyunca böyle bir güzellik görmemiştim. Kısa cennetimi yaşıyordum sahi? Ben içimde milyonlarca kelimelerle milyonlarca böyle cümleler kurarken ağlamaktan tükenmiş sesi, sanki bir yudum suya muhtaçmış gibi kurumuş dudaklarının arasından dökülüverdi kalbimi ezerek;
"BURDAN.HEMEN.DEFOL."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Pain
FanficYine canımı acıtıyor. Bir insan nefret ede ede sever mi bir insanı? Ben seviyorum. ve aynı zamanda nefrette ediyorum. Onun için kendimden vazgeçebilecek kadar ondan nefret ediyorum.