Yavaş yavaş yükseliyoruz, oylarla desteklerseniz sevinirim.
Bedenim hala onun bedenine yaslı olduğundan, Atlas’ın verdiği tepkiyi tam olarak algılayabilmiştim. Sıçramıştı. Onun burada olduğunu bilmediği belliydi. O da tıpkı benim gibi bu küçük, dar sokakta yalnız olduğumuzu düşünüyordu.
Atlas olduğu yerde panikle döndü, ama beni bırakmadı. Önüme geçti. Neredeyse onları göremiyordum, bu beni rahatsız etti. En azından neler olduğunu görebilmek için başımı hafifçe Atlas’ın arkasından uzattım. O da benimle birlikte kıpırdandı.
“Size söylemiştim, değil mi?”
Adamın dik çenesi yukarı kalktı. Rüyalarımdaki gibi değildi. O kadar... heybetliydi ki. Ve işin tuhafı o da güzeldi, yani orta yaşını biraz geçmiş bir adam göre gayet iyiydi. Tabi, sol yanağından aşağı inen parlayan derin yara izini saymazsak. Bu hali bana korku filmlerindeki seri katilleri anımsatmıştı. Yanındaki uzun boylu kadın sırıttı. Sesi dar sokakta çınladı, “Haklıydın.”“Ne istiyorsun?” dedi Atlas. Sesindeki tedirginliği azaltmaya çalışıyordu sanki. “Seni uyarmıştım. Ne kadar inatçı bir çocuksun sen.”
Atlas omuz silkti. Ama bu karşı çıkan, tehditkar bir hareketti. “Beni hiçbir zaman durduramadınız ki,” derken hafifçe gülümsedi ama gerginliğinden de hiçbir şey kaybetmedi. “Hiçbir konuda.”“Seni uyarmıştım,” dedi tekrar. Sesini aniden yükseltti, hiçbir geçiş yapmadan, “O seni engelliyor, o bizi engelliyor.” diye bağırdı. Parmağıyla beni işaret etti.
Öfkeli gözleri benimkileri bulduğunda bana karşı nefretten başka bir şey hissetmediğini anladım. Beni nasıl tanıyabilirdi ki? Hiç görmemişti, ama Atlas ona benden bahsetmiş olabilirdi. Bunu yapar mıydı? Hiçbir şey anlamıyordum.“Vaktimiz olmadığını sende biliyorsun. Maalesef elimizdeki umutlardan biri, hiç hak etmesen de sensin, ama senin tek ilgilendiğin o. Buna izin vereceğimi sanıyorsan, aptalın tekisin sen.”
O Atlas’a hakaretler yağdırırken, ben sadece tek bir cümleye odaklanmıştım. Bana yalan gibi gelen, “Senin tek ilgilendiğin o.” cümlesine.
Ama yine de dikkatimin tekrar toplanması geç olmadı.
İki adım atıp aramızdaki mesafeyi kısalttı. Atlas beni daha sıkı kavradı.
“Birde başınıza bekçi konulmasından şikayet ediyordun. Gerçek bir bekçiye ihtiyacın yok mu sence de? Oyalandığını biliyordum, bunu neden yaptığını anlayabiliyorum. Gerçeklerden kaçamazsın. Eninde sonunda evine döneceksin. Bunu geciktirmeye hakkın yok. Saçma sapan şeylerle dikkatini dağıttığın her saniye bizden biri ölüyor. Bu yaratıklar buna değer mi?”Gözleri tekrar öfkeyle bana kilitlendi. Suçluluk mu hissetmem gerekirdi? Oysa tek hissettiğim korkuydu. Neden beni suçladığını anlayamıyordum. Ben hiçbir şey yapmamıştım ki…
Atlas cevap vermiyor, -sinirden mi yoksa korkudan bilmiyordum- titriyordu. O cevap vermedikçe benim gerginliğim de artıyordu. “Açık konuşalım mı insan?” dedi bir adım atarak. Cevap verebileceğimi sanmıyordum.
“Sizden haz etmiyorum. Pasif, tek yönlü canlılardan başka bir şey olmamanız sinirime dokunuyor. Bu mat, pislik yuvasi gezegene mecbur olmasam adımımı atmam, burasi beni igrendiriyor ve bu da yetmezmiş gibi senin geleceğimizi şuan da etkiliyor olman beni çıldırtıyor...” sözleri alevli olmasına rağmen, rahattı. Sanki bu cümleleri ezberlemiş gibi bir havası vardı. “Bu yüzden seni ortadan kaldırmak gayet mantıklı bir hareket olur.”
Atlas’ın beni tutan kolu daha da gerildi. Biraz daha beni böyle sıkı tutarsa birkaç kemiğimi kırabilir, diye düşündüm. “Öyle bir şey olmayacak.”
Adam önce durdu, anlamıyormuş gibi kafasını yana eğdi. Sonra sırtını dikleştirip tam olarak Atlas’ın yüzüne baktı. Yüzüne geniş bir sırıtış yayılıp kahkaha atmaya başladığında, yerimden sıçradım.Halbuki korku yüzünden o kadar donuktum ki, heykele bile dönüşmüş olabilirdim. “Dur biraz,” dedi biraz kendine geldiğinde. “Ona gerçekten değer veriyor olamazsın.” Yeniden kahkaha atmaya başladı. Beni öyle korkutuyordu ki, nefesimi tutmuştum.
“Orel,” dedi Atlas, düz spontane bir sesle. “Asıl meselenin ne olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Benim doğru seçim olmadığımı kanıtlamak için her şeyi yaparsın değil mi?”
Beni tutan elleri biraz gevşedi, konuşmak ona iyi gelmiş olmalıydı. “Ben işimi gayet iyi yapıyorum. Ve sana istediğin dövüşü vermeyeceğimden de emin olabilirsin.”“Bu onunla oyalandığın gerçeğini değiştirmiyor.”
Şimdi bağıran Atlas’tı “Ben, oyalanmıyorum. Git buradan. Benim hayatım seni ilgilendirmez.”
“Eğer konu, tüm ırkımızsa tabi ki de ilgilendirir.”
“Ben ırkımızı tehlikeye atacak hiçbir şey yapmıyorum. Onları kurtarmak için çalışıyorum. Hiçbir şeyde beni engellemiyor.”
“Son bir aydır bana ne kadar ilerlediğini söyleyebilir misin? Ya da son bir aydır neden sürekli insan içine çıktığını açıkla.”“Tekrar söylüyorum, bu seni ilgilendirmez.” Adamın kaşları çatıldı, az önce ki umursamaz, konuşmasını ezberlemiş havası değişti. Gerçekten sinirlenmeye başlıyordu galiba.
Tam ağzını açıp konuşacaktı, sokağa tanıdık bir yüz girdi. Beni yaralayan yuz. Karen.
“Orel, neler oluyor?” dedi hızla bize ilerlerken. “Atlas hemen sana haber vermiş görünüşe göre.” Nasıl haber vermiş olabilirdi ki? Biz dakikalardır yerimizden hareket etmemiştik.
“Evet, tabi ki verdi. Neler oluyor?”
Adam omuz silkti, eski tavrı geri gelmişti. Güldü, “Ufak bir ortadan kaldırma operasyonu, her zamanki prosedür.” dedi.Karen dikkatle adama yaklaştı. Şimdi sırtı bize tam olarak dönüktü, ama yine de Atlas benden ayrılmıyordu. Kolunu çekiştirdim, parlak gözleri bana döndü. “Ben ne yaptım?” diye fısıldadım.
“Hiçbir şey,” dedi fısıltıyla, acı çeker gibi bakıyordu, “benim suçum, özür dilerim.”
“Neden özür diliyorsun?” diye sordum ama sorum havada kaldı çünkü ikimizde dikkatimizi konuşmaya başlayan Karen’e verdik.“Bak,” diye sözü başladı Karen. Ne kadar kendinden emin olsa da, onunda sesinin altında gizli bir korku yatıyordu, “bende senin gibi düşünüyordum, Atlas’ı ondan uzak tutmaya çalışıyordum, hoş aslında buna hiç hakkım yoktu çünkü benim yüzümden tanıştılar, ama şimdi bunun iyi olduğunu düşünüyorum. O bizi engellemiyor tam tersi ona faydası var.” Bakışları Atlas’a dönmüştü.
Kontrollü sesi cümlesinin sonuna doğru artmıştı. Vücudum gibi beynimde donmuştu sanki, bu konuşmanın altında yatan anlamları düşünemeyecek kadar korkuyordum. Eğer buradan sağ çıkarsam ne demeye çalıştığını Karen’e sorabilirdim. “Ona faydası olması umurumda değil..”“Biliyorum,” dedi Karen sıkılgan bir ses tonuyla “demek istediğim o bir tehdit değil, hiçbirimiz için ve ilaç için de öyle.”
“Sana mı inanacağım yoksa onun her gün buraya geldiğini gören kendi gözlerime mi?”
“O gözlerin Kron'un neredeyse bittiğini görünce ne yapacak?”
Atlas gevşedi. Başını memnuniyetle yavaşça salladı. Orel’in yüzü düştü, sırıtışı yok oldu. “Evet, sana anlatmaya çalışmıştım. Neredeyse bitiyor, ben işimi gayet iyi yaptım.” dedi Atlas, sesinde anlaşılır bir rahatlama vardı. “Senin sorun ettiğin şey bu değil miydi?”
“Yine de onunla birlikte olman yanlış.”
“Bu seni ilgilendirmez.” dedi Atlas üçüncü kez. Dudakları gerildi, arkadaki kadının neden büyük bir hazla sırıttığını anlamlandırmaya çalışıyordum ki, birden ciddi bir hareketlilik oldu."Bu iş fazla uzadı.” dedi ve hızla bana doğru yürüdü. Atlas ilk kez kolumu bıraktı. Ve şimdi kendimi hiç olmadığım kadar savunmasız hissediyordum.