Michael erkek arkadaşıyla ayrıldığı için depresyondaydı. Ona kendini çok fazla kaptırmamasını söylemiştim, fakat beni dinlememişti bile . Şimdi de onun peşinden sürüklendiğim için bir gay barındaydım. Ve ben kesinlikle vajina seviyordum.
Liseden mezun olduktan sonra birkaç kişi dışında tanıdığım diğer herkesle bağlantıyı koparmıştım. Üniversiteye gitmek ve ciddi ilişkiler kesinlikle yaşam felsefeme karşıydı. Kendime bakabilecek kadar para kazanabiliyordum, bu benim için yeterliydi.
Monica da bunu dert etmezdi. Liseden zar zor mezun olmuş biriymişim gibi davranmazdı. İlişkimizin nereye gittiğini sorgulamaz, seks sonrası kucağıma yatıp uyuyakalmazdı. Monica farklıydı, iki yıldır kimse onun yerini dolduramamıştı.
Monica'nın gizemli ölümünün ardından iki yıl geçmişti. Ama onu hala evimin odalarında dolaşırken görebiliyordum.
Michael barmenden aldığı viski şişesi ve iki bardakla duvar kenarına koyulmuş masalara doğru giderken arkasıdan sessizce onu takip ediyordum. Hassastı ve her şeye sinirlene biliyordu.
"Şuraya geç, Luke." Dedi elindekileri masaya koyarken. Dediğini yapıp masanın karşısına geçtim ve bardaklardan birini bana uzatmasını bekledim. Michael sık sık bu duruma düştüğü için yapacağı konuşmayı biliyordum, fakat kafam her zamanki gibi fazlasıyla Monica'yı hayal etmekle meşguldü. Yol boyunca her durakta onu gördüğümü sanıp durmuş ve adını bağırmıştım. Son iki ayda fazlasıyla Monica'yı düşünür ve onun hakkında hayal görür olmuştum. Calum bunun sebebinin aşk olduğunu söylüyordu, bense buna inanmamakta inat ediyordum. Durum bundan ibaretti.
"David'in de diğerleri gibi öylece gittiğine inanamıyorum." Sürekli bunu söylemesi garipti. O da terk ederdi, fakat terk edilmek psikolojisinin bozulmasına yol açıyordu.
"Daha iyisini bulacağına eminim, Mike." İçkimden bir yudum alırken, bende kendim için tekrarlamıştım bu söylediğimi. Bende daha iyi bir kız bulacaktım, her şeyiyle daha iyi bir kız. Fakat düşündükçe imkansızlaşıyordu. Monica'dan daha iyi bir kız, düşünmesi bile kahkalar atmama neden oluyordu.
Ve korkuyordum da, birilerine benim yüzümden zarar gelmesinden korkuyordum. Ve terk edilmekten, Monica'nın yaptığı gibi terk edilmekten korkuyordum.
"Teşekkür ederim, Luke. Her şey için." Michael bardağı bırakıp viski şişesini kafasına diktiğinde onu daha fazla böyle kendine zarar verirken izleyemeyeceğime karar vermiştim, bara bir göz gezdirip onun için birilerine baktığımda Mike viski şişesini masaya tekrar geri koymuştu.
"Hey, Mike." Dedim o masayı izlerken, sesimi duyduğunda gözlerini bana çevirdi. Ardından da baktığım yere. "Şu kızıl seni kesip duruyor." Dedim, kızıl elindeki birayı Mike'a doğru kaldırıp içtiğinde.
"Çakmak için daha iyisini bulamazsın, en azından bu saatten sonra." Dedim. Bardağına viski koyup uzaklaşırken, aklıma Calum'ın Monica ile beni tanıştırması gelmişti. Siyah saçlarını her zaman omuz hizasında kestirir ve gür kirpiklerine her gün biraz daha gür görünmeleri için rimel sürerdi. Dudaklarına sabah kalktığında sürdüğü parlatıcısı her zaman vişne tadında olurdu, kokusu başımın dönmesine yüzümde kocaman bir gülümse oluşmasına neden olurdu. Monica yürüdüğünde küçük kalçaları her zaman giydi çicekli eteklerinin içinde nahoş bir biçimde oynaşırdı ve minik parmaklarıyla saçlarıyla oynaması onu her zaman sevimli kılardı.
Belkide Monnica'yı sürekli düşünmemin tek sebebi onu öldüren kişinin hala dışarılarda bir yerde olmasıydı.
Telefonum pantolonumun arka cebince titreştiğinde elimde boş boş duran bardağı masaya bıraktım, telefonumu çıkarıp mesaja baktığımda Mike'ın mesajı olduğunu gördüm. Gülümsemiştim. Ayrılık acısı hiçbir zaman yirmi dört saat sürmemişti.
Bardağıma biraz daha viski koyup içtiğimde, saatin gerçekten geç olduğunu fark etmiştim. Eve biraz daha geç gidersen, Fiona'nın beni içeri almayacağını biliyordum fakat orada kalmak Monica ile tuttuğumuz küçük apartman dairesini özlememe neden oluyordu.
Grup evinin aksine kendi evimde sürekli çalan indie müzikler, saksılardaki çiçeklerden yükselen kokular ve Monica'nın kendi kokusu, orayı daha huzurlu bir hala büründürüyordu. Monica evde kalmamdan memnun olurudu. Aynı yatakta yatmamızdan, duşu beraber almamızdan, beraber yemek yememizden ve diğer şeylerden.
Yürürken yol ayrımına geldiğimde grup evine giden yolu seçtim. Vücudum daha fazla hüzünü kaldıramazmış gibi geliyordu. Aldığım nefesler ağzımdan buhar halinde çıkarken bir sigara çıkarıp yaktım. Benim için daha iyi hiçbir şey yoktu ve tek başıma iki odalı o evde ölecekmişim gibiydi. Yürüdüğüm kaldırım bile beni üzerinde istemiyor gibiydi, sanki sokak lambaları ben altlarından geçerken kapanıyor ve ay parlaklığını başka taraflara yönlendiriyordu.
Son sokağı da geçtikten sonra sahile yakın olan eve doğru yürümeye başladım. Attığım her adımda ya da gözümü her kırpışımda Monica bir yerlerden gelecekmiş gibiydi. O hep öyleydi. Kaybolurdu ve tam ümidinizi kestiğinizde karşınıza çıkardı.
Eve yaklaştığımda ceplerimde anahtarlığımı aramaya başladım, zili çalıp çocukları uyandırırsam soru yağmuruna tutacaklarını biliyordum. Onlarla uğraşacak havamda değildim, anahtarlığı bulduğumda zafer kazanmışçasına gülümseyip grup evinin anahtarını parmaklarımın arasına aldım. Sönmek üzere olan sigaradan bir nefes daha çekip attıktan sonra kapının tokmağından tutup anahtarı anahtar deliğine soktum. Kapı kilitli değildi ki, buna hiçbir zaman ihtiyaç duymazlardı. Fiona ayakkabılığa asılı olan beyzbol sopasıyla her türlü saldırıya karşı gelebileceğine inanıyordu. Buna bende inanıyordum, o güçlü bir kızdı.
Kapıyı açtığım sırada ensemde hissettiğim sıcaklıkla duraksadım. Çocuklardan biri olabilir düşüncesiyle bir sonraki hamlesini beklemeye başladım. Fakat hiçbir şey söylemedi. Ya da başka bir harekette bulunmadı.
"Ensemde ne sikim yiyorsun?" Diye sordum, çocukların hepsi bozuk ağzıma alışıktı, Mike ile uzun zamandır arkadaştık ve birbirimize bulaştırdığımız şeyler vardı.
"Lütfen başka birine aşık olma." Yorgun gözlerim kulaklarımın işittiği sesin tanıdıklığıyla dolarken arkamı dönüp kalbimi enkaza çeviren o meleğe sarılmaya çalıştım fakat olmadı, ellerim kapının tokmağında ve anahtarlıkta öylece duruyordum.
Dinlediği şarkıların tanıdık sözlerinden biriydi bu söyledikleri. Saatlerce elinde yarım bir şarap şişesi ile oturduğu koltukta gözlerini kapatıp bu şarkıyı dinlerdi. Onu böyle izlemek, hem de saatlerce, yapabileceğim milyonlarca güzel şeye bedeldi.
Sonunda bedenim çözülüp ellerimi kurtarabildiğim de, geri döndüm ve onu kucaklamaya çalıştım. Fakat kollarımı birbirine sarmış ve rüzgarın yüzümü okşamasına izin vermiş olmuştum.
Monica yoktu.
Kokusu yoktu.
Fakat orada olduğunu hissettiren bir şeyler vardı.
"Siktiğimin saklambaç oyununu mu oynuyoruz?" Diye bağırdım, boşluğa ve dalgalanan denize doğru.
Siktiğimin saklambaç oyununu mu oynuyorduk?