BÖLÜM 8: GÜVEN

51 4 2
                                    

Bulutların üstündeki İlkay yine iş başındaydı. Mantığımı arka plana atmak isteyen duygularımla savaşıyordu adeta. Kalbim, bedenim, benliğim tamamen onu içeriye almamdan yanayken bulutların tepesinden savrulan mantık taneleri başıma sertçe çarparak önüme düşüyordu ve Umut'la aramda koca bir duvar oluşturuyordu.

Boş gözlerle Umut'a bakakalırken gitmesi gerektiğini söylemeliydim, biliyordum. Kendimce aklımda cümlelerimi tartmaya başladım. Onu düşünüyormuş gibi bir imaj çizmek istemiyordum. Kelimelerimi ona göre seçip ses tonuma otoriter bir havayla yerleştirmeliydim.

Bu düşüncelerim asansör kapısının açılmasıyla tuz buz olurken aniden paniğe kapılmıştım. Annem gelmişti. Yüzünden mutlu olduğu çok rahat okunabiliyordu. Bir şey olmuştu ya da olacaktı ve bu her neydiyse ben kaçırmıştım.

Açılan asansör kapısının sesine doğru çevirdiği bakışları annemi bulduğunda Umut'un "efendi çocuk" rolünü takındığını farkettim. Ah, bir başka ruh hali daha. Daha fazla ne olabilir ki sorusunun sınırlarını her geçen gün genişletiyordu.

Annem soru dolu bakışlarını bana yöneltirken asansör kapısını kapattı ve ben de bir an önce yapmam gereken açıklamanın ikna edici olması için sesime katmam gereken gerçekçi tınıyı yakalamaya koyuldum. Öte yandan Umut'un konuşma hakkını kullanmak isteme konusunda ısrarcı olmaması için dua ediyordum.

"Anneciğim, arkadaşım Umut." derken Umut elini anneme uzatmıştı. Ben sözlerime devam ederken annem hiç beklemediğim bir tavır takınıyordu. Fazla samimi bir selamlama olmuştu. Tuttuğu elini kendine çekiştirerek Umut'u öpmüştü.

"Telefonumu son anda kafeden çıkarken unutmuşum. Sağolsun Umut da unuttuğumu görünce eve kadar getirmiş."
Konuşmamın bitiminde yüzüme yerleştirdiğim zoraki gülümseme kayboluvermişti. Aslında doğruyu söylemiştim. Bu kadar kasılmamın sebebini anlayamamıştım. Annem bu halimi fark etmemiş olacak ki Umut'a teşekkür etmek zorunda hissetti kendini ve onu içeriye davet etti. Umut saatin geç olduğunu bahane etse de annemin davetteki ısrarına çok direnmedi ve içeriye girdi.

Salondaki ilgi odağı tamamiyle Umut'tu. Havadaki kasveti dağıtmak için bir şeyler zırvalamaya başladım.

"Anneciğim, pek bir mutlusun sanki?"
Bu kadar mutlu oluşunun sebebini sormasamda sözcüklerimin arasından merakım başgöstermiş ve bu sesime yansımıştı.

"Bana sakın unuttuğunu söyleme İlkay! Babanla evlilik yıldönümümüz." Unuttuğumu anlar anlamaz sitem yerleşmişti ağzından çıkan her söze. "Kardeşin babaannende. Sen geç kalınca oraya bıraktım ben de. Neyse çok oyalandım ben. Hemen hazırlanayım, baban gelir gelmez çıkarız. Baban yemeğe götürecekmiş de beni." Çocuk gibiydi. Çocuk gibi mutluydu. Annemi mutlu etmek bu kadar kolaydı aslında ama babam bunu göz ardı ediyordu hep. Meşgülüm, yorgunum, işler çok yoğun gibi türlü türlü bahanelerle hep erteliyorlardı birbirlerini. Aynı evde yaşayıp birbirini özlemekti onlarınki.

Hazırlanmak için kalkıp yatak odasına giden annemin ardından gözlerimi Umut'a diktim. Umursamaz maskesini takmış, burada değilmiş gibi davranıyordu.

"Bi kahve içeriz?" dediğimde bakışlarını yerden kaldırmamıştı.

"Olur."

Kahvelerimizi hazırlamak için ben mutfağa giderken salonda beni bekleyemeyecek kadar sabırsız olduğundan peşimden geldi. Kupalarımızı çıkardığım sırada o da sandalyelerden birini oturmak için yerde çıkardığı iç ürperten sese rağmen sürterek yanına çekti ve oturdu. Kahvelerimiz hazır olana kadar ikimizden de ses çıkmamıştı. Sessizliği bozansa annem olmuştu.

"Gençler ben çıkıyorum. Umutcuğum tanıştığıma çok memnun oldum. Tabi kahveni bitirdikten sonra sohbeti çok uzatmazsanız daha çok memnun olurum." derken son cümlesinde sesi iğneleyici çıkmıştı. Kibarca kovuyordu misafirimizi.

ALACAKLIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin