#Şehitlerölmezvatanbölünmez
Karen koşarak aradaki mesafeyi kapattı ve benim yanıma gelerek önüme geçti. Atlas benden uzaklaşırken, adama daha da yaklaşıyordu ve ben yüzünü göremiyordum.
Gitmemesi gerekiyordu, ona yaklaşmaması gerekiyordu. Ama ben ağzımı açıp tek bir kelime bile edemiyordum.
Orel’in gülümsemesi yerine geldi. “Yapma,” diye karşı çıktı. “Bugün kendimi onu öldürmeye programlamıştım.”
“Buna izin vermem.”
“Senden izin alan olmadı.” dedi ve Atlas’a doğru atıldı. İsteyebileceğim en son şey buydu herhalde, Atlas’ın bir kavganın içine girdiğini görmek.Ama şaşırtıcı biçimde Atlas sakindi. “Eğer dövüşürsek, kazananın kimin olacağını biliyorsun. Benden daha büyük olabilirsin ama biliyorsun, enerji patlamaları falan benim bu sıralar özlediğim bir şey.” durumun başından beri ilk kez bu kadar kendinden emin konuşuyordu.
“Eğer babanla çok sıkı dost olmasaydım, oğlunu öldürmekten zevk duyardım.”
“Babam beni umursamaz, istersen deneyebilirsin.”Bu atışmalardan çok sıkılmıştım, hiçbir şey yapmadan öylece yerimde dursam da fiziksel olarak yorulduğumu hissettim ve çaresizlik beni deli ediyordu. Artık bir şeylere müdahale etmem gerektiği kesindi. “Her ne yaptım bilmiyorum,” tüm gözler bana döndü, “ama üzgünüm.”
Orel bana doğru yürüdü, arkasındakilerde yerlerinde kıpırdandılar. Karen aynı Atlas’ın verdiği tepki gibi beni daha sıkı tuttu.
“Üzgün olma, ölü ol bana yeter.”
O sırada Atlas, Orel’e atıldı fakat ona ulaşamadan arkadan gelen iki kişi onu yakaladı. Orel’in Atlas’a arkasını dönmesi aptallıktı ama Atlas’ın tek başına onu yakalayabileceğini düşünmesi de aptallıktı.Yerimde sıçradım, “Hayır!" diye bağırdım. İlk kez sesimi bu kadar yükseltiyordum. “Karen ona yardım et...” diye sessizce yalvardım bu kez.
“O halledebilir.” dedi. Tuhaf biçimde sesi rahattı. Sporcusunun kazanacağından emin antrenörler gibiydi. Belki de haklıydı çünkü Atlas ikisini birden üstünden savuşturdu, biri diğeri kadar uzağa fırlamadığından geri geldi. Yırtılmaların ve darbelerin sesi beni ürküttü.Ben Atlas için endişelenirken o, öyle bir şey yaptı ki, gözlerimi anlamsızlıkla kırpıştırdım. Sadece korku filmlerinde görebileceğim türden bir şeye tanık olmuştum.
Üstüne doğru sağ tarafından gelen erkeği tek eliyle tutup yere yapıştırdı ve üstüne çıktı. Erkek onun kollarını çaprazlamaya çalışırken, sırtına yapışan diğer ellerden ustaca kurtularak altındaki hedefin boğazına sarıldı. Atlas, kopan yerden üzerine yavaşça fışkıran kandan kaçmaya çalışırken yerde çırpınan vücudun kafası koparak bedenden uzaklaştı. Uzağa savrulan adamın birkaç adım korkuyla geri çekildiğini gördüm.
Diğer eliyle tuttuğu bedeni iterken gözleri benimkileri buldu. Bense dehşete düşmüştüm, midemin ağzıma geldiğini hissettim. Gözlerini benden ayrılmadı, tepkimi ölçer gibi baktı ve sonra Orel’in sesini tekrar duydum ama ona odaklanamayacak kadar şaşkındım.
Atlas’ın parmaklarına bakıyordum. İnce, uzun sivri parmaklarına. Neredeyse pençeydiler ama öldürücü derecede keskin olmalarına rağmen zarif görünüyorlardı. O an Karen’in beni bu şekilde, bu parmaklarla kolayca yaraladığını anlamıştım. Daha kötüsü olmadığına şükretmiştim. Demek ki tehlikeliyim derken bahsettiği şey buydu.
Kafanı birkaç saniye içinde koparabilirim. Hem de hiç zorlanmadan. Ve sen bunu fark etmezsin bile.
Evet, korkmuştum ama ondan değil. Durumun dehşetinden, birinin bana böyle muamele etmesinden korkmuştum. Atlas bana böyle bir şey yapar mıydı ki? Neden yapsın?
Tam bir aptaldım. Gözümün önünde birini öldürmüşken ona hala bu kadar güvenebildiğime göre gerçekten öyleydim.
“Şuna bak, bir böcek için bizden birine zarar verdin. Sen gerçekten delisin.”
Böcek’in ben olduğumu anlamam zor olmadı. Tabi ki de bendim. Anlayamadığım nokta ise, gerçekten de benim için neden böyle bir şey yaptığıydı. Orel haklıydı, ben bir böcekten, pasif bir yaratıktan başka bir şey değildim.
“Hadi gidelim buradan Orel.” dedi kadın. Az önce bir arkadaşı ölmüştü ama bu umurunda değildi sanki. Belki de arkadaş değillerdi. Orel’in yüzüne baktım onun da yüzünde dehşet ya da üzüntü yoktu. Sadece sinirli görünüyordu.
“Bugünlük gidelim. Ama bil ki çocuk, başın bunun yüzünden ileride belaya girecek.” dedi ve yürümeye başladı. Erkeklerden diğeri, sağ kalanı, cesedi omzuna, hala bakışlarını üzerimde hissettigim kopuk kafayi eline aldiginda ben artık daha fazla direnemeyeceğimi anlayarak yere çökmüştüm. Yine ritmik bir şekilde, sokaktan çıktılar.Ayağa kalkmaya çalıştım ama başaramadım. Yere kendimi o kadar sert bırakmıştım ki, ayakkabımın topuğu kırılmıştı.Halbuki, topuğu ince bile değildi. O sırada bana doğru yavaşça gelen Atlas’ı gördüm. Ellerini önünde uzatmış endişeli bir şekilde bana bakıyordu.. “Esin...” dedi kontrollü bir şekilde.
Nesi vardı bu çocuğun? Bana neden böyle bakıyordu? “Korkma, tamam mı? Sana zarar vermeyeceğim.”
“Ne?” Sesim titredi. Tabi ki bana zarar vermeyecekti, beni o kurtarmıştı. “Benden korktuğunu biliyorum.” yavaşça bana uzandı, "Bak.."
Bana doğru uzattığı parmakları normale dönmüştü. Yani bir uzaylı için ne kadar normal olabilirse, o kadar.
“Korkmuyorum,” dedim ama bu yanlış olmuştu, “Senden korkmuyorum.” diye düzelttim.
Bana uzattığı eline doğru uzandım, ellerimin titremesini gizlemeye çalıştıysam da olmadı.
“Hadi,” dedi Karen, “gidelim buradan.”Ve Atlas beni dikkatlice kucağına aldı. Hala ikna olmamış gibiydi, yüzüme bakmıyor, bakışlarını benden kaçırıyordu. Ona neler olduğunu sormak istiyordum, neden beni öldürmeye çalıştıklarını ya da benimle nasıl oyalandığını, ama hiç gücüm yoktu. Sorularım bekleyebilirdi. Şimdi kafamı göğsüne yasladığımdan olsa gerek tek düşündüğüm Atlas’ı görmenin verdiği tarifsiz mutluluk ve az önce ölümden dönmenin verdiği yorgunluktu. Bu yüzden gözleri kapayıp, anın tadını çıkarmaya çalıştım.
Birkaç adım atmıştık ki, Atlas beni yere bıraktı. Hayır, bu yer değildi. Yumuşak bir şeyin üstündeydim bir yatağın üstünde. Aceleyle etrafıma bakındım. Nasıl olduğunu anlamlandırmaya çalıştım, sadece birkaç saniye yürümüştük. Bu, apartmandan neden çıkmadığını açıklıyordu. Ya da, aklımı yitirmeye başlıyordum. Burayı tabi ki hemen tanımıştım. Bir kez gelmiştim ama defalarca rüyamda görmüştüm. Ormandaki küçük kulübedeydim.
Atlas’ın evindeydim.