İşte o gece, içinde korkutucu varlıkların yaşadığına inandığım karanlık, ruhumun gölgesi olmaya başlamıştı.
O, karanlığa esir değildi. Karanlığa sahipti!
2.BÖLÜM: "BİLİNMEZLİK"
Bütün zamanların dışında kalan bir yerde, hayallerimi yazdığım kağıtlardan bir ev yaptım kendime. Ruhumu kalkan olarak kullandım, korudum onu. Ruhum yaralandı, devam ettim korumaya. Ruhum sakatlandı, devam ettim korumaya. Ruhum delindi, vazgeçmedim korumaktan. Umutlarımı yama yaptım deliği kapatmak adına ama başaramadım; koruyamadım onu. Delik büyüdü, bir bebeğin mezar çukuruna dönüştü. Akrep ve yelkovanın içimde başlattığı yangından, acının ateşi damladı evimin üzerine. Onu yaktı, kül etti. Bir rüzgâr esti uzaklardan. En ücra köşelerime savurdu küllerini. Sonra gözümün kırmızı damarlarından çaresizliğin kanı damladı her bir tanesinin üzerine. Yayıldı, yayıldı... Balçığa dönüştü evim. Oraya battım. Orada kayboldum. Çırpındım, kurtulamadım.
Isıtıcının atan düğmesiyle yerimden kalkarak elimde oynadığım peçeteyi çöpe attım. Sıcak suyu alıp tezgahta duran kupalara boşalttım ve bardakların dibindeki kahve yavaş yavaş çözünmeye başlarken tepsiyi alıp salona yöneldim.
Sabırlı bir insan değildim ancak çoğu zaman insanlara anlayışlı davranmaktan yanaydım. Tıpkı şu anda olduğu gibi. Tekli koltukta oturan Niko bir sigara yakmıştı. Yanındaki ise boş gözlerle ekranı karanlık olan televizyona bakıyordu. Koltuğa yayvanca oturmuştu. Ona doğru yönelip tepsiyi uzattığımda bir kahveye bir de yüzüme baktı. Yüzünde gram mimik oynamıyordu. Bakışlarında herhangi bir duygu yoktu ancak insanı dibine çeken bir okyanus gibi derindi. Bu düşünceden rahatsızlık duyarak gözlerimi kaçırdım. Kahvesini aldıktan sonra tepsiyi orta sehpaya koyup Niko'nun yanına oturdum. Bu adam kimdi ve Niko onu nerden tanıyordu hiçbir fikrim yoktu.
"Çok gerginsin." Evet, gergindim.
"Yapman gereken şeyin ne olduğunu biliyorsun." dedim sehpaya uzanıp kahvemi alırken. "Hadi bana gergin olma sebebimi sun."
Niko'nun dudaklarından belli belirsiz bir gülümseme geçmişti. Bu gülüşü biliyordum, hazır cevap oluşumu seviyordu.
"Bu kim biliyor musun?" dediğinde ona baygın baygın baktım ve sessiz kaldım. Sabrımın zorlandığının o da farkındaydı.
Yavaş hareketlerle kahvesini yudumladıktan sonra, "Pusat Toprak; aylar önce emekli Yarbay Cemil Çamkıran'ı öldürmekten yargılanan özel kuvvetler komutanı." dediğinde kaşlarımı çattım. Neyden bahsediyordu?
Bakışlarımı ruhu vakumla çekilmiş gibi duran adama çevirdim. Sanki burada değildi, onun hakkında konuşmuyormuşuz gibiydi. Varlığı sessizliğinin gölgesinde kalmıştı sanki. Belki de yok olmuştu. Bilemiyordum.
"Yaklaşık bir hafta önce onu hapishaneden kaçırdım ve şu an polisler her yerde onu arıyor."
Ağzından çıkan kelimeler bir cinayet mahalinde katilin tecrübesizce bıraktığı izler kadar basit gibi dursada, aslında katilin tecrübesizlikten ziyade gerçekten yakalanmak istediği için o izleri bırakmasına sebep olan duygularının psikopatlığı kadar dehşet vericiydi. Göz kapaklarımın sınırlarını zorlayarak büyüyen gözlerimle Niko'ya baktım. Şaka yapıyor gibi durmuyordu ve bu bütün kanımın donmasına sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KAÇAĞI
Misterio / Suspenso"DÜNYA SANA HEDİYELER SUNMAZ, İNAN BANA. BİR YAŞAM İSTİYORSAN; ÇAL ONU!" Kaçtım. Ama biliyordum, onunla hiç karşılaşmasaydım hiçbir zaman tamamlanamayacaktım. Onun bir rengi yoktu. Kalbinden uzaktaydı. İçinde bir yerlerde kaybolmuştu sanki. Bana yak...