Yalnızlık Senfonisi

26 5 2
                                    

Anladım sonu yok yalnızlığın...
Her gün çoğalacak...
Her zaman böyle miydi? Bilmiyorum...
Sanki dokunulmazdı çocukken ağlamak...
Alışır her insan alışır zamanla...

sözleriyle devam ederken şarkı ''Alışmaz ben alışamam!'' diye haykırdım içimden. Nasıl olur da bir insan yalnızlığa alışabilir? Madem alışır, ben niye onca yılın geçmesine rağmen hala alışamamıştım? Sorun bende mi? diye kendimle olan kavgama ıslanan ayakkabılarım ve titreyen bedenim son vermişti. Yine buz gibi havada bahçemde ki çınar ağacının dibinde oturmuş müzik dinlerken ne kadar üşüdüğümü uzunca bir süre hissedememiştim. Gerçi ben hissetmenin ne demek olduğunu çoktan unutmamış mıydım? Elbette, bu yeteneği yıllar önce ölen ailemden sonra kaybetmiştim. Sıcak bir yaz gününde tatile giderken geçirdiğimiz bir trafik kazası sonucu hayatımdaki tek sığınağım olan ailemi kaybetmiştim. 

O günden sonra tatillerden, yazdan, güneşten nefret etmiştim. Okulların kapanmasıyla birlikte aileme yaptığım tatile gitme baskısı yüzünden onları kaybetmiştim ben. Lanet olası ben! Bir zamanlar ne de aşıktım denize, güneşe, yaza... Ailemin ölümüyle kışı arkadaş edindim kendime. Onun benden götürdüğü hiçbir şey yoktu çünkü. Aksine içimdeki bütün karanlığı gizlemiş ve dertlerimi dinlemişti. Gözyaşlarımı kar taneleriyle dökmüştüm. Kar büyütmüştü beni... İkinci ailemdi benim Kış. Yaz ayları nasıl geçer diye dert yanarken kışın ayazıyla kendime gelirdim. 

Ayağa kalktığımda zangır zangır titrememe rağmen usul usul eve girdim. Ailemden yadigardı bu ev bana. Onlar gittiğinden beri hiçbir şeyin yerini dahi değiştirmemiştim. Kendi cafemi açana kadar halamlar yardım etmişti geçimime. Onlar bu halime ne kadar üzülse de hiç belli etmemeye çalışırlardı ama ben anlardım. Bana bakışlarından, benimle konuşmalarından, her şeylerinden. Okul bittikten sonra bir yerde garson olarak işe girmiştim. Orada biriktirdiğim paranın üstüne de ailemin zamanında benim için biriktirdiklerini de katarak kendi işimi yapmaya başlamıştım.

Eskiyi bu kadar yad ettikten sonra saate baktığımda 09:15 idi. Her ne kadar cafeyi Doruk'un 8'de açtığını bilsem de patron olmak bir şeyi değiştirmiyor ve evde durmak bana cidden yaramıyordu. Üst kata çıkıp dolabımın önündeki işkence dolu bir 15 dakikanın ardından sonunda ne giyeceğime karar vermiştim. Siyah koyu canvas pantolonumun üstüne pembe bol bir kazak giyip aynanın karşısına geçtim. Kumral saçlarımı iki fırça darbesi ve bir fön makinasıyla adam edebilmenin verdiği sevinçle eyeliner ve rimeli de sürüp beyaz kalemle yeşil gözlerimi daha da belirginleştirmiştim. Son rötuş olarak pembe rujumu sürdükten sonra tamamdım. Aynadaki yansımama bakarak ''Bugünde hazırsın Asel, haydi artık iş başına'' diye gaza getirerek evden çıktım. Kapının önündeki arabama atladım ve 20 dakikalık bir yolculuğun sonunda arabadan inip tabelasında ''Asel'in Kış Bahçesi'' yazan dükkanımdan içeri girdim.

Doruk ''Oo patroniçem hoşgeldin'' diyerek beni karşıladığında mavi kareli gömleğinin altına giydiği koyu renk kotu ve hardal rengi botlarına bakıp gülümseyerek ''Günaydın Doruk, anlaşılan bugün yine çok kızın canı yanacak ha?'' diyerek yakışıklılığına iltifat ettiğimde her zamanki cool tavrıyla ''Aman be abla yansa ne yanmasa ne aşk meşk işleri beni aşar'' dediğinde ''Sende haklısın binlerce kızın ilgisiyle şımarmaktansa tek birine bağlı kalamazsın.'' diyerek ona takıldım. ''Bak işte yaa nasılda bilirmiş beni ablam'' diyerek boynuma sarıldı. ''Dur şebek müşteriler rahatsız olacak şimdi hadi iş başına bak 8 numaradaki sarışın sana göz kırptı.'' dediğimde oraya bakıp sinsice sırıttıktan sonra asker selamı verip ''Emredersin patron'' diyerek koşar adımlarla siparişleri almaya gitti. Eğer bir kardeşim olsaydı Doruk gibi olmasını isterdim diye geçirdim içimden. Gerçekten keşke bir kardeşim olsaydı...

Kar ve bulut motiflerinin olduğu duvar kağıtlarını, toz pembe koltuklar ve gök mavisi masalar, cafenin ortasındaki çam ağacının üstünü örten yapay kar taneleri ve bu ağacın tam önünde olan doğum günü, yıl dönümü vs. gibi önemli günlerde insanların kullanması için özel olarak yaptırdığım kar kristali şeklindeki çardak tamamlıyordu. Gerçekten çok emek vermiştim burayı bu hale getirebilmek için. En sonunda hayalimdeki her şeyin birebir olmasıyla da emeğimin karşılığını fazlasıyla almış oldum. Gelen müşterilerimin çoğu önce etrafı hayranlıkla süzüyor, sonra çalışanlarımdan birine dükkanın sahibini soruyor, ardından da beni böyle güzel bir yer açtığım için tebrik ediyorlardı. Buda beni son derece mutlu ediyordu. Ankara Kızılay'da hatırı sayılır bir üne sahip olan cafelerden biriydi benim kış bahçem.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 10, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Ruhumda KarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin