Multimedya : Hane Martin
Hızla dolabı kapattım. Ayağa kalkıp gözlerimle etrafı tararken saklanabileceğim en mantıklı yeri arıyordum. O sırada kapının açılması ile karşımdaki adama baktım. O gün, gözümün önünden o gün film şeridi gibi geçerken kekeledim.
"B-bay Green?"
###
Ayaklarımın ağrısına aldırmadan hızımı biraz daha arttırdım. Gerginken, sinirliyken, üzgünken koşmak gerçekten çok iyi geliyordu. Saçımdaki çıkmak için direnen toka sonunda saçlarımı serbest bıraktığında yüzüme çarpan su damlasını hissettim.
Duraksadığımda ellerimi açıp gökyüzüne baktım. Yağmur yağmaya başlamış, gök gürlüyordu. Gözlerimi yumup hissetmeye çalıştım. Yavaşça saçımı savuran rüzgarı, kuşların özgürlüğünü ilan edercesine çığırmasını, insanları, kornaların seslerini, ağaçların birbirine sürten dallarının sesini. Sonbahar geliyordu. Kızıl renk, etrafı bir örtü gibi örtmüştü. 'Benim mevsimim' diye mırıldandım kendi kendime.
Kapşonumu başıma geçirip hafif tempo ile yürümeye devam ettim. Ayaklarıma bakıyordum. Kafamı kaldırmaya cesaretim yoktu. Korkuyordum. İnsanlardan. Aylardır kimse tarafından görülememenin değerini bilmediğim için kendime kızarken okulun önüne geldiğimi fark ettim.
Kafamı kaldırıp başımı döndürecek bir büyüklüğe sahip okula bakarken kulağımdaki nazik melodi ile kulaklıklarımı çıkardım. Bir yandan etrafı incelerken bir yandan da düşmemeye çalışarak yürüyordum. Tamam. Biraz sakar olabilirim.
Okulun içine girdiğimde etrafta müdürün odasını aramaya başladım. Etrafıma bakınırken bir yandan da söyleniyordum. 'Normal okul neyinize yetmiyor acaba?' Tenime dökülen nefesin sıcaklığı ile hızla arkama döndüm. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken çenesi ile ileriyi işaret etti.
"ilk sağdan 2. kapı"
Anlamaz gözlerle ona baktım. "Ne?"
"Müdürün odası"
Ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesimi rahat bıraktım. Yaklaşık yarım saattir okulu dolaşıyordum. Artık kaybolduğumu düşünmeye başlamıştım. Küçük bir gülümseme ile teşekkür edip koşar adımlarla "Helena Adamson" yazan kapıya ulaştım.
Kapıyı açtığımda müdire gözlüklerinin üzerinden ters bakışlar atınca geri gitmemek için kendimi zor tuttum. Küçük adımlarla ilerleyip deri koltuğa yayıldım.
"Ben Lena Waterfull. Kayıt için geldim."
***
Çok anlamsız ve boşlukta hissediyordum. Yarın başlayacaktım. Peki, ne yapmayı planlıyordum. Yanımda bana yardım edecek kimse yoktu ve ben sadece intikam almayı düşünmüş, plan yapmamıştım. Sanırım başımın çaresine bakmam gerekiyordu.
Elimde çevirdiğim kumandayı sehpanın üzerine bırakıp televizyona, önümdeki kapısına gelen ekibe şaşırmış numarası yapan kadına yüzümü buruşturarak baktım. Insanlar. Ne kadar da klişe yaşıyorlardı. Hepsi kalıplaşmış bir robot sürüsünü andırmıyor değildi açıkcası.
Önümdeki kaseden bir cips attım ağzıma. Cebimdeki titreşimi hissettiğimde telefonu elime alıp ekrana baktım. Özel numaranın aradığını görünce kaşlarımı çattım. Bu saatte? Özel numara? Telefonu açıp kulağıma götürmemle geri çekmem bir oldu. Kulağıma gelen kahkaha seslerinin ardından zorlukla konuşan adamı ve arkadan birkaç bardak kırılma sesi ile küçük bir küfür mırıldanmasını duydum. Bir yandan gülerken bir yandan da ağlıyor gibiydi. Kahkahalarının ardından zorlukla konuşabildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARAF
ФэнтезиÖlüm... Karanlığın kavramı. Issızlığın kasveti içinde boğulan bir karanlık. Kimisi için Tanrının bahşettiği bir hediye, kimisi için hayatın sonu, kimisi için sadece bir başlangıç. Peki, Azraille oynadığın amansız oyunda geçmişinle yüzleşmen bir konu...