Siyah perdenin arkasından izinsiz sızan güneş ışınlarından dolayı gözlerimi kıstım. Nasıl aralandığı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Odamın perdeleri genelde kapalı olurdu. Kolumu gözlerini kapatacak şekilde yüzüme koydum. Her geçen gün ölüme bir adım daha yaklaşıyordum. Korktuğumdan değildi çünkü ölüm bazıları için en hafif cezaydı. Öleceğimi bilerek yaşamak ise benim cezamdı. Tanrı biliyor ya, bende iyi bir insan değildim.
Telefonumun bildirim sesini duyduğumda yastığımın altına elimi koyarak telefonumu aramaya başladım. Her zamanki gibi orada değildi. Telefonum bir kez daha titrerken melodisi kulaklarıma doldu.Kolumu yataktan aşaği sarkıtıp telefonumu aldım. Ekran kilidini açıp mesaja tıkladım.
Bilinmeyen Numara
Uyanmak için ne kadar da güzel bir gün.
Günaydın karanlık insan.Bu kişi her kimse benimle eğlendiği belliydi. Esnedikten sonra mesaj yazmak için ekrana dokundum.
"Ölüme yaklaşmak için fazla güzel bir gün."
Yatağımdan kalķıp perdeyi çekmek için bir hamle yapacağım sırada çimlerin üzerinden kapıya doğru yürüyen Dolunay'ı gördüm. Siyahlara boyanmıştı ve beyaz saçları olduğundan daha çok parlıyordu. Çimen rengindeki gözlerini çok uzaktan bile farkedebiliriniz. Dolunay çocukluk arkadaşımdı. Küçükken ona izel'i anlatıp dururdum ve o beni bıkmadan dinlerdi. Bana aşık olduğunu söylediği günü saymazsak gerçek dost ona denilebilirdi.
Perdeyi çektikten sonra yere düşen battaniyeyi yerden aldım. Dolunay kapıyı çalmadan odaya girdiğinde eşofmanımı bacaklarımdan geçirmekle meşguldüm. O bundan utanmayacak kadar garip biriydi.
"Uh! Zamanlamaya da bak." diye alay etti. Eşofmanımın lastiğini bağlarken odayı turladı. Dokunay'ın uzun beyaz saçları tıpkı bir noal baba sakalı gibi salındı. Bu düşünce her ne kadar beni güldürse de bunu ona çaktırmadım. "Bugün ne yapıyoruz?"diye sorduğunda omuz silktim. "Hiçbir şey."
"Yekta ölü gibi davranmaya son vermen gerekiyor. Mertle konuştum bu akşam bir maskeli balo varmış. Ve bil bakalim kimler gidiyor." Ah, kesinlikle ben gitmiyordum.
Telefonumun bildirim sesiyle irkildim. Bilinmeyen numara beni ne zaman rahat bırakacaktı acaba!
"Anlaşılan sana henüz gün aymamış."
Bana gün hiç aymıyordu zaten. İyi görünüyordum falan ama sadece görünüyordum. Mutlulukla uzaktan yakından alakam yoktu, hatta öyleydi ki mutluluk benim için plandaki i kadar yoktu.
Telefonum tekrar titreme eşliğinde çaldı.
"Öyle tuhafsın ki... Duyan da birkaç ay ömrün kaldı sanacak. " Pekala, bilinmeyen numara kesinlikle bir medyumdu.
Dolunay'ın beni incelediğini farkettiğimde telefonu yatagıma bıraktım. İmalı bakışının altındakini merak etmiyordum.
"İki seçeneğin var. Baloya kendi isteğinle gelmek yada benim zorumla gelmek gibi. Yani bu konuşmanın sonunda illaki geliyor olacaksın. Daha da açık anlatayım mı? Bu baloya gelmek zorundasın yekta Bulut!" O kadar hızlı ve net konuşuyordu ki bir an nefes almıyor sandım.
Telefonuma bir mesaj daha geldiği sırada Dolunay, beni ikna etme çalışmalarına devam ediyordu.
"İzel Arasla mı yazışıyorsun?"diye sordu. Cevap vermedim. Annem o sırada odama girip bizi yokladı. Dolunay anneme bakmadı bile.
"Hey! hadi ama."
" Belki de gerçekten öleceğimdir." Yazıp gönderdim. Pekala, canımı sıkmaya başlamıştı. Evet ölecektim ve bir ergenle uğraşmaya yetmeyecek kadar az zamanın vardı.
"Yekta beni dinliyor musun?" Dolunay'ın sitemli cümlesi kulaklarımı doldurduğunda silkelendim. Bir an ne olduğunu anlayamadım ve telefonum parmaklarımın arasından kayıp yere düştü. Ellerim karıncalandı. Bir ürperti dalgası tüm bedenimde gezintiye çıktı. Titredim. Dolunay gözlerime odaklanıp neler olduğunu anlamaya çalışırken gözlerimi kapatıp beynime doğru giden ağrıyı tattım.
"Neyin var senin, hasta mısın?" Çenemdeki el yüzümü yavaşca kaldırdı. Böyle olmamalıydı. Anlamaması gerekiyordu. "Ben.. iyiyim, Dolunay." Kafamı çevirip cenendeki ellerinden kurtuldum. "Anneni çağırayım mı?" Diye sordu endiseyle. Hayır anlamında kafamı salladıktan sonra yatağıma uzandım. "Uykusuzum,biraz dinlensem geçer."
"Balo?" Hala balo demesine şaşırmıyordum Dolunay'dan bahsediyorduk. Kurtuluşum yok gibiydi.
"Pekala, geleceğim." Yutkunup sözlerime devam ettim. "Sadece birkaç saat." Ellerini birbirine vurup sevinç çığlığı attı. Ah, bu kızlar cidden tuhaftı. Acaba İzel de baloya gelecek miydi? Ona söylediklerimden sonra tekrar konuşmamız zor gibiydi. O embesil sevgilisiyle iyi ikili olmuşlardı. İzel'in orjinal bir aptal sarışın olduğunu düşünmeye başlamıştım, evet.
"Sana giyecek bir şeyler ayarlyalım."
Dolabımim kapağını sonuna kadar açınca yere düsen birkaç parça kumaşı aldırmadn elini pantononlarımın arasına attı. Bu balo için kostüm giymeyeceğimi ikimiz de biliyorduk. Ama maske o kadar da sorun değildi.
"Bu olur."dedikten sonra siyah pantolonu yatağımın üzerine koyup dolaptaki amansız arayışına geri döndü. Elindeki siyah ve kırmızı tişorte bakarken gözlerimi devirdim. Eğer o kırmızı tisorte cidden alıcı gözüyle baktıysa beni taniyamamış demekti. Zira o tisortu en son attığımı hatırlıyordum.
"Bu mavi olan diyor ki balo için sağlam çocuksun. Bu kırmızı olunsa kadınımdan uzak durun, tehlike!tehlike!" Cümlesini tamamladığında gülmeye başladı. Despot duruşumu bozmadan içten içe güldüm.Lacivert bir ceket çıkardı ve gururla yüzüme baktı. "İşte bitti. Balo için hazırsınız Yekta Bulut."
Merhaba kısa bir bölüm oldu biliyorum. Diger bölümü hemen yazmaya başlayacağım.
Lütfen düsüncelerinizi benimle paylaşın.
Vote sayısı düşmeye başladı ve bu beni gerçekten üzüyor.
Bu arada hepinizin bayramı kutlu olsun. Sizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇAKMA POLYANNA #Watty2016
Ficción GeneralYaşadıklarından ders çıkarıp yalnızlığı seçen, annesiyle ve erkek kardeşiyle taşındığı şehirde, duygusuzluğu, kalpsizliği ve mutsuzluğu gizleyen, çakma polyannayı oynayan, zamanla popüler olup sınırları aşan bir genç kız. 17 yaşındaki İzel Aras , g...