"Anne, ellerim çok üşüyor,"
"..."
"Anne,"
"..."
"Anneeeeeee, anneciğim lütfen..."
"..."
"Anneciğim lütfen bir şeyler söyle. Lütfen Allah'ım... Lütfen Allah'ım ona bir şey olmasın,"
Buz gibi odada soğuk değildi Zeynep'in kaskatı kesilmesinin nedeni, annesinin ölmüş olabileceği düşüncesi bile onun aklının yerinden çıkmasına yetiyordu. Bir ayağı domates kasasıyla desteklenmiş yatakta uzanan annesine bakarken Zeynep'teki tek hayat belirtisi gözlerinden aşağı durmadan süzülen yaşlardı. Annesi boylu boyunca uzanmış, hareketsiz yatıyordu.
İnsanın bedenine çivi gibi saplanan dondurucu soğuk belki de tek güldüren yüzünü göstermişti. Annesinin cılız nefesi buhar olmuş çıkıyor adeta yeniden yeşertiyordu umutlarını.
Babası ölünce, 'Daha büyük bir acı var mı Allah'ım?' demişti ama annesini de kaybetme korkusu kendini gösterince kendi sorusunun cevabını kendisi vermişti. Oysa ne güzel hayaller kurmuştu İstanbul'a doğru yola çıktıklarında.
Annesi ve babası, etrafında gördüğü hiçbir sevgiye benzemeyen bir aşkla seviyorlardı birbirlerini. Bu büyük aşkın meyvesi de sevgi içinde büyüyor, kendini bu dünyanın en şanslı evladı olarak görüyordu. Hâlbuki köyde adamlar karılarının yüzüne bile bakmazdı ama babası dışarı çıktıklarında annesinin elini hiç bırakmazdı. Köylüler bu duruma alışmakta ilk başlarda zorluk çekseler de hiçbir şeyin bu elleri ayıramayacağını düşünerek onlara saygı duymaya bile başlamışlardı.
Hiçbir işlerini tek başlarına yapmazlardı. Babası nereye gitse, ne yapacak olsa karısını da yanında götürür, yapacaklarını da hep birlikte yaparlardı; biçtikleri başakta da ikisinin alın teri olurdu pişirdikleri ekmekte de. Babasının annesine karşı olan bu ilgisi bütün köyün dilindeydi.
Bir gün muhtarın karısı konu komşuyu toplamış laflıyordu.
"Şu Hatice'nin şansına bak. Ali gibi kocam olsaydı da neyim var neyim yok, yok olsaydı."
"Niye öyle diyon Emine Abla, Muhtar Emmi neyini eksik itti ki!"
"Ayşe gız, bizim adam gelir koluma burma takar evde de öküze yular vurur gibi boynuma yular vurur. Şu saçlarımı bir okşasa hiçbir şey istemem ya bizimki elini bile vurmaz. Biz karıyık anam, bu saçlar okşanmak ister."
"Doğru diyon valla. Bizim herif kahvede oturmaktan evde oturmayı unuttu. Utanmasa eve gelmeyecek."
"Hatice'ye evlenmeden dedimdi, 'Ali'den koca olmaz. Köy yerinde koca dediğin tuttuğunu koparacak!' diye amma bak şimdi halimize. Ali, Hatice'nin elini dalında gül gibi tutar kıyamaz koparmaya; bizim herif kafada saç bırakmadı yola yola."
"Öyle ya Ayşe... Bizden geçti artık da bizim kızı verirsem Ali gibi damat isterim."
"Ali gibisini de zor bulursun abla!"
Köyün kadınları Hatice'yi, erkekleri de Ali'yi kıskana dursun, bizimkiler hayatlarına birbirlerini ilk gördükleri günkü sevgiyle devam ediyorlardı. Birbirlerine olan saygıları sevgileri tükenmediği gibi gün geçtikçe daha da artıyordu.
Köyün bütün kızları Hatice'nin yaşadıklarını hayal ediyorlardı. Ali'nin Hatice'nin elini bırakmaması, kocalarının ellerini en son ne zaman tuttuklarını bile hatırlamayan kadınların içinde biz sızı olarak kalıyordu. Doğru ya Muhtar Emmi karısının elini en son tuttuğunda oğlunun sünnetinde halay çekiyorlardı, bir daha tutması için halay başı olması gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elveda Yalnızlık (Kitap Oldu:)
RomantizmZeynep, babasını kaybettikten sonra annesini de kaybedince yetimhane günleri başlamıştı. Evlatlık gittiği ailede başına gelen olaylar onu bir kaçışa sürükledi. Her şeyden, belki de geçmişinden, belki de insanlardan kaçıyordu... Kılık değiştirip erke...