İki hafta bazı insanlar için ne kadar uzun süre ise bazıları için de o kadar kısa. Ben de vücut bulan hali ise anlamsız, niteliksiz bir zaman dilimi.
Cenazeden beri tam iki hafta geçti; suçlanmalarımdan beri, insanların beni kendi kocasının katili olarak görmeye başlamalarından beri geçen iki hafta...
Sanki ben umursamıyormuşum gibi sanki ben kendimi kahretmiyormuşum gibi, varlığımı fazlasıyla sorgulamıyormuşum gibi suçlayıcı konuşmalara, yazışmalara, mesajlaşmalara maruz kaldığım tam iki hafta...
Şimdi Bodrum Milas Hava Alanı'na gitmek için Ankara Esenboğa Hava Alanı' nda zar zor bulduğum bir uçakla, internetten bulduğum ve sessiz sakin olacağını düşündüğüm bir otele gidiyorum. Ailem dahil kimsenin haberi yok bu gidişimden. Evde herkes uyurken, başımdan bir dakika ayrılmayan aileme, sadece biraz yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu belirten bir yazı yazıp dolabın üzerine yapıştırıp evden çıkalı tam iki saat oldu.
Bu yaptığım doğru bir karar mıydı?
İnanın artık sorgulamaktan dahi vazgeçtim. İrdelemiyorum, akıl süzgecimden geçirmiyorum ki süzgeçten geçirecek aklın eksikliğini şu sıralar epey hissediyorum.
Peki Bodrum neden diye sorsanız Bodrum'u neden tercih ettim ben bile bilmiyorum? İnanın, şu an da düşündüğüm en son şey bile değil gideceğim yer.
Uçağın penceresinden gördüğüm şehrin üstünde süzülürken aklıma yerleşen düşünce ile dudağımın kenarına bir gülümseme yerleşiyor: Ekim ayının sonunda Bodrum, yaşı geçmiş artık tercih edilmeyen manken gibi; hala mihrap yerinde ancak tüm eğlencesini, tüm albenisini kaybetmiş buna rağmen adı ile yaşamaya devam eden...
Muhtemelen sokaklar ıssız, muhtemelen şehrin her yanını terk edilmişlik sarmıştır. Olsun bende zaten insan yüzü görecek ve gazete manşetlerine düşen 'Avukat, yine avukat olan eşi yüzünden intihar etti' haberlerinden beni tanıyacak olan var mı diye endişelenmekten ya da rahatsız edilmekten kurtulmuş olurum. Aslında bu haberleri de çok umursadığım da söylenemez ya neyse. Zaten ne önemi var ki ölen öldükten geride onarılmaz bir yara bıraktıktan sonra, çok mu önemli insanların benimle ilgili düşünecekleri, pek sanmam!
Yine düşüncelere dalmışken, uçağın pilotu o yayvan konuşması ile 'Sayın yolcularımız şu anda Bodrum Hava Limanına doğru inişe geçiyoruz, bizi tercih ettiğiniz için teşekkür ederiz, tekrardan görüşmek üzere' şeklindeki parası olan insanları önemli hissettirme anonsu ile kendime geliyorum.
Hava alanından çıktıktan sonra taksi ile yaklaşık bir saat yolculuk yapıp internetten kaydımı yaptırdığım otele giriş işlemlerini tamamlamak üzere resepsiyonda işlemlerin tamamlanmasını beklentisindeyim. Anlamsızca resepsiyonda ki görevliye baktığım sırada kaydı alan görevlinin kafasını kaldırarak gözlerimin içine bakıp formdaki isim kısmına 'Elif Yıldız' diyerek doğrulama sorusu yöneltmesi ile eski kocamın soy ismini duymam deyim yerindeyse bir anda bana şok etkisi yaratıyor. Belki biraz da sesimi yükselterek 'hayır Elif Biçem' şeklinde ismimi belki de biraz sert bir şekilde düzelttiriyorum.
Resepsiyonda ki aksiyonun ardından görevli beni küçük bir ev şeklinde olan odama doğru götürürken tam düşündüğüm gibi sezon sonu olduğu için ortalıkta kimseleri göremiyorum. Samimi görevli, iki hafta sonra oteli komple kapatacaklarını bu nedenle de otelin yeni sahibi büyük patronlarının yılın dokümanını çıkarmak amacı ile teftişte olduğunu sanki beni çok ilgilendiriyormuş gibi anlattı da anlattı.
Odama en sonunda ulaşıp kendimi yatağa atmam bir oldu ve yaklaşık beş saattir yapmadığım şeyi yapıp kendimi yine uykunun kollarına teslim ettim.
Beşinci günüm bugün otelde, artık rutine bağlamış vaziyette beş gündür her sabah altıda kalkıp sahilde biraz yürüyüş yapıp, yapamadığım kahvaltının başına oturuyorum. Şu anda da tabağımdaki kahvaltılıklar günlerin tekerrürü şeklinde tabağımdaki yerini korumaya devam ederken elimde ki kahve ile pencereden dışarıyı, tarifsiz bir huzur veren fırtınayı izliyorum.
Yaklaşık üç hafta oldu o gideli ve ben öleli, bir dakika içinde yargılanıp infaz edileli, yaklaşık üç hafta oldu, kendimden geçeli, anlamsız üç hafta...
Camdan yansımama bakıp verdiğim kilolar yüzünden iç çekebiliyorum sadece, çünkü bundan sonra o kiloları tekrardan alabileceğimi hiç sanmıyorum. Hiç yoksa on kilo kaybım var, gidişini pek önemsemediğim, umursamadığım on kilo, belki bundandır halsizliğim, sürekli kusmalarım, baş dönmelerim diye düşünüyorum sadece.
Acaba insan gün içerisinde kaç saat düşüncelere dalıp, beynini kaç saat aralıksız yorabiliyor diye düşünürken ortak alandaki kahvaltı evinde oturmaktan sıkılıp, odamdaki balkona geçip oturuyorum. Malum oturmak önemli bir eylem, bir zamanlar oturarak yapılan bir eylemin bir inanışı ortaya çıkardığını, bir sömürgeyi bitirdiğini bilerek devam ediyorum çok önemli eylemime.
Şaşırıyorsunuz değil mi bu kadın hala nasıl sinir krizi geçirmedi, nasıl hala gözünden tek gözyaşı dökülmedi diye?
Ben de merak ediyorum, ben de şaşırıyorum, meğer ben ne güçlü kadınmışım diyerek kendimle dalga geçmeyi de ihmal etmiyorum!
Düşünceler içinde günü yine akşam çeviriyorum. Şu aralar içki ve kahve tek besin kaynağım ve yine biten bir içki şişesine umursamazca bakıyorum.
Bugünü tamamlamanın ve azıcık sarhoşluğun da huzuru ile belki bu sefer yapacağım şeye cesaret edebilirim diyegecenin yalnızlığından yararlanmak için sahile iniyorum. Ama düşündüğüm planladığım gibi gitmiyor hiçbir şey, tıpkı hayatımın da düşündüğüm planladığım gibi gitmeyeceği gibi...
Denizi izlerken yavaş yavaş süzülmeye başlıyor gözümden teslimiyet yaşları. Birileri beni izliyor mudur utangaçlığını, yaşamadan bağıra bağıra ağlıyor, bir bilinçsizlik hali ile ağıtlarımı diziyorum denize, gökyüzüne karşı.
'' Senden nefret ediyorum, senin hissettirdiklerinden nefret ediyorum, bencilliğinden nefret ediyorum. İnadına bana değer gördüğün hayatı yaşamayacağım, duydun mu beni, bana biçtiğin ömrü biçtiğin şekilde yaşamayacağım'' diye boğazım yırtılırcasına bağıra bağıra ağlarken yıkılıyorum yere.
En son hissettiğin şey ise bacaklarımın arasından akan bir sıcaklık ve bilinçsizlik haline düşmeden bir adamın '' Allah kahretsin, Allah kahretsin, Cem bu kan, çabuk arabayı getir Cem...'' çırpınışları ile bırakıyorum bilinmezliğe kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜCENİK
قصص عامةBen cenaze töreni boyunca mezara bakıp belirsiz düşüncelerimde boğulurken, pek sevgili kayın validemin nasırlaşmış elleri ile boğazıma yapışıp acısını hafifletme isteği ile sıraladığı suçlamaları hissizce dinledim. "Hep senin yüzünden, oğlum senin...