Kızıl gözlerinin içinde göz bebeği kaybolmuştu. Yalnızca canımın daha az acıması için onu dinliyordum. Luk. Luk'a yaptıklarımız fazla acımasıycaydı ama acımasızlık bizim doğamızda vardı, özellikle de onun.
Kapının önünde durdum, elimden anahtarı çekip kapıyı açtı. Kızıl gözlerini karanlıkta birisi olup olmadığını anlamak için etrafta gezdirdi.
Elini koluma sabitledi ve beni içeriye çekti. Kolumu bıraktığında kapının kapanma sesi kulağıma dolmuştu. Gözlerimi sıkıca yumdum. Ölmek istemiyordum.
"Herneyse" Ellerini saçlarına götürüp saçlarını düzeltti. Koltuklardan birine oturduğunda durduğum yerde ona doğru döndüm.
"Buraya seni öldürmeye gelmedim" "çok yazık oldu ama ölmek için çok yaşlıyım" dirseklerini dizlerine dayadı. Kastettiği şey beni öldürdüğünde alacağı cezaydı.
Yüzünü yumuklarının üzerinde tuttuğu bir kaç saniyenin sonunda yeniden doğruldu.
Beni öldürmeye gelmemiş. Ne için geldiğini o an umursamadım.
Yaşayacağı onlarca yılın bir kaç ayını eğlence ve farklılık için harcayacak olabilirdi. Sıkıcı ve manaton hayatının birkaç ayını şehirde geçirmek istemiş olabilirdi.
Olduğum yerde kaldım. Gözlerimi sırtına sabitledim. Sırtının gerildiğini gördüm. Hafifçe sağa döndü ve gözlerime baktı.
Seni öldürmeyecek... Beni öldürmeyecek. Gözlerimi kapatıp son kez derin bir nefes aldım. Gözlerimi açtım. Boğazımın yanma hissi geçmeye başlamıştı.
"Bu kadar korkak olman gerekmiyor" Bıkkın ifadesiyle yüzüme bakmayı sürdürdü.
Partide kalıp Jordan'a yardım etmeliydim. Hatta oradan asla çıkmamalıydım.
Montumun hışırtısıyla karşısındaki koltuğa oturdum ve yutkundum.
Neden kırmızı gözleriyle bana bakıyordu? Yeterince normal bakışlardan bile rahatsız olurken onun bakışlarına katlanmak gerçekten zordu.
"Sadece eğlenmek için buradayım" "Sadece eğlenmek için mi kaçtın?" "Belki sadece eğlenmek için olmayabilir ama korkaklık yapmayı kesmelisin"
Yeniden yutkundum ve gözlerimi ondan ayırmadan konuşmaya devam ettim. "En son arkadaşınla beni öldürmeye çalışıyordunuz..." bu korkmam için yeterli bir sebepti.
"Bir ısırıkta ölecek olman benim suçumuz değil, karşımda durduğuna göre ölmemiş gibi duruyorsun. O gün elindeki mızrakla bizimle oyun oynamayı mı planlıyordun?"
Kendisini savunuyordu, bu iyi değildi. Stres olmaya başladım ve dirseklerini yeniden dizlerinin üzerine koymasını izledim.
"En son arkadaşımı parçalıyordunuz..." gözleri bana o günü hatırlatıyordu. Gözlerimi kapattığımda kendimi ağaçların arasında kırılma seslerini dinlerken buldum.
Bana öyle baktığını görmemek için gözlerimi kapatıp birdaha açmamak istedim ama yalnızca ona bakmaya devam ettim. Bunu söylememeliydim. Ona Luk'u hatırlatmak büyük bir hataydı.
Onun canı da benimki gibi acıyorsa bunun sonucu gerçekten kötü olabilirdi.
Onun yerinde olsaydım karşımda bir kızın cesedi olup olmayacağına emin olamıyordum.
Belki de kolumdaki sızıya rağmen ona minnet duymalıydım.
"Luk için üzgünüm ama..." ama onu kurtarmıştım ya da ölümden döndürmüştüm. Yalan söyleyerek de olsa o benim sayemde yaşıyordu. Peki onu hayatta tutarak kendimi kurtarmış mıydım?
"Ama beni kurtardın" ellerini birbirine bağlayıp sıktı. Dudaklarını ıslattı ve arkasına yaslandı.
"Anlaşabiliriz" bunu neden söylemiştim? İnanın bilmiyorum.
"Elbette, anlaşabiliriz" koltuklar arasındaki mesafeyi kendisini öne ittirip elini uzatarak kapattı. Eline baktım ve onunkinden bile soğuk olan parmaklarımı avucuna bıraktım.
"Ben kuzenin Thomas Lee" Elimi sıktığında hafifçe karşılık verdim, ellerimiz havada sallanmaya başladıktan birkaç saniye sonra el sıkışmamız sona erdi.
Birkaç dakika önce aklımda katil olarak bulunan Thomas, birkaç dakika içinde kendini "kuzenim Thomas Lee" ilan etmişti. Bu iyi bir gelişmeydi. Öyle değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZ
Bilim Kurgu(#96) Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Nefesimi(*) kesecek tek şey gökyüzündeki yıldızlardı. Günün sonunda hep ben ve onlar kalıyorduk. Son nefesimi alıp gözlerimi yumdum, çiğerlerimin yanma hissi geçti, nefesim durdu. Gözlerimi açtım ve yukarıya bakmaya...