''Ve bizler,
Katilimizin ellerinden tuttuk.
Bile bile.''
6
Zaman kavramını yitirmiş, akrep ve yelkovan durmuştu sanki. Odadaki sessizliğin üzerinde darbe indirip tahta geçen slow müzik ruhuma işliyor gibiydi. Yağız'ın bedeni yanımda, ruhu kayıplardaydı. O kadar ki derin düşüncelere dalmıştı.
Saat çok geç olmasına rağmen uyuyamıyordum; Yağız da öyle. Hâlâ dilimi ısıran kelimeler vardı. Kelime kusmak istiyordum ama üzerimde tonluk yük varmış gibi hissediyordum ve bu, ağzımı açmama bile engel oluyordu.
''Yağız?'' diyebildim sadece.
Cevap vermedi. Kaşlarım çatılırken, yavaşça yerimden doğruldum ve ona baktım. Uyuyakalmıştı. Yüzüme hafif bir tebessüm yerleşti. Bir ağabeyim vardı, öyle mi?
Yerimden ağır hareketlerle kalkıp pencerenin önüne geçtim ve karanlığı giyinen geceyi izledim. Pencere camına bir damla düştü. Bir tane daha. Yağan yağmurun altında dans eden iki beden süzüldü zihnime. Kai ve Effy'nin şu an ne yaptığını bilmeyi o kadar istiyordum ki... Effy iyi olabilirdi, şu an sığındığı bir yeri vardı en azından. Peki ya Kai?
Gözlerimi sıkıca yumdum ve umarım şu an iyidir, diye geçirdim içimden. Yarın ilk işim Kai'yi bulmaktı. Ardından Effy'i oradan çıkarmanın bir yolunu bulmalıydım.
Kai'nin telefonu yanında olabilir miydi acaba? Gözüm masanın üzerindeki Yağız'ın telefonuna takıldı. Hiç düşünmeden telefonu alıp diğer odaların birine geçtim ve ekranı açtım.
Bir anda olduğum yere çivilenmeme neden olan şey telefonun ekran fotosu oldu. Ekranda genç bir kadın vardı. Saçları koyu kahve, gözleri yemyeşildi ve gülümsüyordu, çok güzel bir kadındı. Tıpkı ağabeyime benziyordu. Koltukta oturmuştu, kucağında üç dört-?- yaşlarında küçük bir çocuk vardı, yanında da genç bir adam vardı. Adam güldüğünden gözleri kısılmıştı. Görüntünün düşük kalitesinden dolayı göz rengini tam olarak seçemiyordum ama kahverenginin açık renklerinden görünüyordu. Ya da... kehribar? Saçları ise tıpkı o kadınınki gibi koyu renkteydi.
Gözlerim yanmaya başladı, kalbime ok saplanıyormuş gibi hissettim. Bu mutlu aile tablosu, benim aileme mi aitti? Ama bu tabloda bir şey eksikti: ben yoktum. Annem benden hamile kaldıktan sonra bu mutluluğun bir mum gibi söndüğüne emindim.
Baba, diye çığlık attım içimden. Baba, beni neden sevmedin?
Boğuluyormuş gibi hissediyordum. Okyanusa atılmış bir çakıl taşı gibi... Yüzme bilsem de, bilmesem de en dibe batacaktım.
''Bunu hak etmedim,'' diye fısıldadım. Gözyaşlarıma engel olamıyordum. Bu ben olamazdım, ben bu kadar aciz değildim. ''Hak etmedim!'' Bir süre sadece nefes aldım. Nefes alışverişlerim o kadar hızlıydı ki can çekişiyormuş gibiydim.
En sonunda telefona tekrar odaklanıp titreyen ellerimle Kai'nin numarasını tuşladım. Telefon çaldı, çaldı, çaldı; ama açılmadı. Tekrar aradığımda ikinci çalışta açıldı.
İçime yerleşen huzurla gülümseyip, ''Kai?'' dedim. Yanaklarımda hâlâ gözyaşlarımın ıslaklığını hissedebiliyordum.
Ama duyduğum tek ses bir adamın alaya bürünmüş kahkahaları oldu. ''Tilki?'' Olduğum yere çivilendim. Kimdi bu? ''Sen misin güzelim?''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TİLKİ
ActionYa ölümü istiyordu karanlığın içinde filizlenen kalbi ya da O'nu. Ama O... ölümden pek farklı sayılmazdı. Başlamasına sebep olduğu bu satranç oyununda siyah takım olmayı o seçmemişti ve o, sadece bir piyondan ibaretti. Kim derdi ki o siyah piyon, b...