ÇP [21] Nefret

267 22 7
                                    

Yekta'dan...

Kıyafetlerimi hızlı sayılabilecek şekilde giydim. Dolunay bu süre zarfında salonda beklemişti. Partilik hava denen bir şey vardı ve şuan bende gram yoktu. Nasıl olabilirdi ki?

İnsan öleceğini bildiği halde rahatlıkla, hatta ölüm dahi aklına gelmeden, sorumsuzca, ölümü düşünmeden hayata devam edebiliyordu. Bense artık öleceğimi değil öldükten sonra herşeyin daha iyi olup olmayacağı kısımda mekik dokuyordum. Biliyorum, normal değildi. Ölüme bu kadar yakınken benden ne kadar farklı bir düşünce beklenirdi ki zaten?

İzel'e gelirsek... Onun için yoktum bile. Daha iyi açıklamam gerekirse ben şekerdim ve o çayını şekersiz içiyordu.

Kapıyı araladığında Dolunay çok geçmeden içeri girdi. "Şimdi sıra bende, bunlara uygun bir şeyler giyeceğim." dedi yüzüne yayılan kocaman gülümsemesiyle birlikte. Onun bu neşeli hali beni yoruyordu. Ben gülen bir insan degildim. Bence o da hayatın bu kadar gülünecek bir yanı olmadığının o da farkındaydı ama böyle görünmeyi tercih ediyordu.

"Hiç sansım yok mu yani?" Homurdandım. "Hasta bir beyi baloya götürmek ne kadar iyi olabilir ki?"

Gözlerini devirdi. Bu hareketi en iyi İzel'in yaptığını düşünüyordum. "Yalnız gitmekten daha iyi olabilir hasta bey." Sıcak elleriyle ellerimi kavrayıp beni oturduğum yerden kaldırdı. Bırakması için tüm ağırlığımı bıraksamda çelimsiz vücudu zorlanarak da olsa beni kaldırmayı basardı. Dolunay giyinmek için evine gitmeden önce onu bir saat sonra alacağımı söyledim. Telefonumu alıp mesajlar bölümüne baktım. Bilinmeyen numara beni tanıyordu. Okul ve hastane dışında bir ortamda bulunmadığımdan "o" büyük ihtimalle okuldan biriydi. Hastane şıkkını ellemistim ordan biri olamazdı. Yani bilinmeyen numaranın partiye gelme olasılığı benimkiyle aynıydı.

Dolunay'ı almak için evden çıkacağım sırada salonun girişinde annemle karşılaştım.

"Nereye gidiyorsun?" derken elindeki mutfak bezini tezgaha koydu. Kaşları hafif çatılmış, meraklı gözlerle beni izliyordu.

"Dolunayla deli saçması bir partiye gidecegim. Seni aydınlattığıma göre artık gidebilirim." Yanıma doğru birkaç adım attı. Yüzde belitsizlik vardı. Beni düşündüğünü biliyordum ama buna gerek yoktu. "Gitmeni istemiyorum, yorulmaman gerekiyor."

"Burada oturup ölmeyi beklememi mi istiyorsun." Donuk bakışlarını benden kaçırdı. Ölümden bahsetmem onu hep üzerdi ve onu üzmek isteyeceğim son şey bile değildi.

"Sadece birkaç saat,söz dikkat edeceğim." dedim kısık ve sakin bir tonla. Ve sonra yüzündeki sahte gülümsemeyle beni uğurladı.

Dolunay'ı beklerken geçen 15 dakikanın sonunda nihayet beyaz saçlarını ve beyaz mini elbisesini, yürümekte zorluk çektiğini düşündüğüm apartman topuklu ayakkabısıyla ufukta göründü. Yol boyunca tek kelime bile etmedik. Çantasında iki adet maske çıkardığında Elizayı park ettim. Acaba gizemli kız da burada mıydı?

İzel'den...

Yağızın eli çıplak sırtımda gezinirken ürperdim. Balo salonunun girişinde siyah maskelerimizle ağır adımlarla yürüyorduk. Yağız siyah pantolonu ve beyaz gömleğiyle fazla karizmatik görünüyordu. Yüzündeki maske ona çok yakışmıştı ve elaları parlıyordu.

Gözlerimi etrafta gezdirdim. Birbirine uyumlu ve maskeli çiftler etrafa yayılmıştı. Gözlerim okyanus mavisi mavi irislerle buluştuğunda onların Yektaya ait olduģuna adım kadar emindim. Elinde kokteylle yanına doğru yaklaşan beyaz saçlı kıza gülümsedi. Açıkcası onun geleceğine pek emin olamamıştım. Yekta dengesiz biriydi. Emin olduğum tek bir şey varsa o da kesinlikle bir parti çocuğu olmadığıydı. Tuhaf olansa mülayi bir tip de değildi. Onda anlayamadığım türde bir şey vardı. Sanırım... o kızı seviyordu ve ondaki değişikliğin tek sebebi buydu. Farklı, bir o kadar da gizemli... o karanlıktı.

ÇAKMA POLYANNA #Watty2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin