[4]

1.9K 244 41
                                    

Bir gün önce

Yoongi elindeki çakmağı masanın üstüne bıraktı. Evet, ölmek istiyordu. Nedeni ise, herkesin ki gibiydi. Hayat sıkıcıydı.

Bu güne kadar hiçbir zaman hiçbir şeyi en üst sınırlarında yaşamamıştı. Her şey, onun için orta karardaydı. Mesela, daha önce hiç çok lezzetli olduğu için bir yemeği sonsuza kadar yemek istememişti. Alkol aldığında hiç bir zaman sarhoş olmadığı için onu yoldan çıkaracak şeyler yapamamıştı. Uyuşturucu içiyordu ama kafası hiç güzel olmamıştı. Güzel maaşı olan bir işte çalışıyordu ama hiç aşırı zengin olmamıştı. Güzel bir arabası vardı ama aşırı güzel değildi. Tatlı bir yüzü vardı ama aşırı tatlı değildi. Birlikte olduğu her insanda bir şeyler hissetmişti ama hiçbir zaman onlara aşık olmamıştı. Vücuduna değen her bedende inlemişti, ama hiç zevk almamıştı.

Eksik hissediyordu... Hayır, daha çok, orta kararda hissediyordu.

Bu monotonluktan nefret etmeye başlamıştı. Nefreti dindirebilmenin en iyi yoluysa ölmekti. Çünkü çoktan, yaşayabileceği her şeyi yaşamış, tadabileceği her şeyi orta kararda tatmıştı. Daha fazlası olmayacağını bildiğinden ölmek onun için mükemmel bir fikirdi. Ama maalesef Yoongi de diğer insanlar gibi ölümden korkan bir korkaktı. Orta karar bir korkak. Bu yüzden ölmek için yanına biri gerekiyordu. Onunla ölebilecek biri. Belki de son kez aşık olabileceği biri.

Neyse ki Yoongi intihar arkadaşını çok önceden seçmişti.

Orta karar arabasına bindi ve alışkın olduğu sokağa gitti. Fakat, gözüne kestirdiği intihar arkadaşı burada yoktu. Onun yerine, geniş omuzlu başka bir çocuk vardı ve şu an arabasına yaslanıyordu.

O konuşmaya başlamadan önce kendisi söze atladı.

"Jungkook adında birini tanıyor musun?"

Oğlanın yüzündeki kasılmalar sayesinde Yoongi çoktan cevabı almıştı bile.

"Neden arıyorsun onu?"

"Sadece iş için."

Seokjin gözlerini devirdi. Buna iş diye seslenen ilk kişinin sarı saçlı bir kedicik olacağını bilse... Aslında, hiçbir şey yapmazdı.

"Şu an Chuncheon'da olmalı. Oraya gideceğini duymuştum."

"Tam adresi bilmiyor musun?"

"Hayır, üzgünüm."

Yoongi arabasına yaslanan çocuğu umursamadan gaza bastı. Bunun sonucunda Seokjin'den tonlarca küfür yemişti elbet, ama kimin umrundaydı ki şimdi?

Chuncheon'a giden yolda, Jungkook'la karşılaştığında ne yapabileceğini düşünüyordu. Havalı davranmalıydı, ona uyuşturucu vermeliydi ve çok yüksek bir fiyat teklif etmeliydi. Evet, bir erkeği ayartmak için doğru bir yol değildi ama bir fahişe için pekte sorun olacağını sanmıyordu.

Chuncheon'a geldiğinde, gözleriyle tüm kaldırımları taramaya başlamıştı. Tüm otel sokaklarına girmiş ama eli boş dönmüştü. Sonunda, eski, artık kullanılıp kullanılmadığı bile belli olmayan otelin önünde görmüştü onu. Yavaşça ve kendinden emin bir şekilde yürüyordu. Hem zaten, kendinden emin de olmalıydı. O, görünüş bakımından mükemmel bir parçaydı. Ama Yoongi henüz onun içini bilmiyordu.

Arabayla yanına yaklaştı, Jungkook ona doğru yürüdü.

Gerisi ise zaten belliydi.

***

Şimdi

"Yaşın kaç Yoongi?"

"Ailende kaç kişi var Yoongi?"

"Bir sevgilin var mı Yoongi?"

"Herhangi bir yerde çalışıyor musun Yoongi?"

Hamburgercide, çoğunlukla yiyerek geçirdikleri o süre bitmiş, ikisi birlikte arabaya binmiş ve geri kalan süreyi de Jungkook'un saçma sorularıyla tamamlamaya karar vermişlerdi. Tabii ki, Yoongi bunu onaylamamıştı. Jungkook'un aksine daha gerekli şeyler bilmek istiyordu. Eğer ölmek için yanında birini sürüklemesi gerekiyorsa bu kişinin de hayattan nefret ediyor olması gerekiyordu. Birini boş yere öldürmek istemiyordu.

Sonunda cevap alamayacağını anlayınca Jungkook susmuş ve Yoongi konuşmaya başlamıştı.

"Jungkook, sana birlikte ölmeyi teklif ettim ama önce bana ölebilmek için iyi bir neden sunmalısın biliyorsun değil mi?"

Jungkook başını salladı. Ama bunu, bir süre soruyu kavramaya çalıştıktan sonra yapmıştı.

"Tabii. Normal olan bu."

Yoongi gaza bastı.

"Neden o zaman?"

Jungkook, sarışına tuhaf bakışlar atıyordu. Nedeni, ona göre oldukça belliydi. O... bir fahişeydi. Bu dünyada istenmiyordu, bir ailesi, normal bir işi, hayatta bir amacı yoktu. Onu durduracak biri ise hiç olmamıştı.

"Belli olmuyor mu Yoongi?"

Jungkook bunu söylerken gülmüştü ama Yoongi'nin ifadesiz suratı ciddileşince kendini durdurmak zorunda kaldı.

"Seni tanımam gerek, öylesine ölürsen vicdan azabı çekerim."

"Öldükten sonra vicdan azabı çekemezsin..." Yoongi, sinirli bakışlarını küçüğe yönlendirdi. "İyi tamam, anlatıyorum. Ama beni dinlemiyormuş gibi yap olur mu?"

"Neden?"

"Öyle daha kolay oluyor..."

Yoongi'nin ciddi ifadesi yumuşadı. Belli ki duygusal biriyle birlikteydi. Bu iyi bir şey mi bilmiyordu tabii.

Yol boyunca Jungkook sürekli konuşmuş, Yoongi de dinlemişti. Anlatılanlardan sonra mükemmel bir intihar arkadaşı seçtiğine artık emindi.

Birlikte gizli sığınağa girdiler ve bu sefer onlara eşlik etmesi için kokaini tercih ettiler. Jungkook çoktan kendini kaybetmişti. Üstelik hep uyuşturucuların kana karışmaları kısa, etkileri uzun sürerdi.

Yoongi, ona hiçbir şey olmamışken küçüğe yaklaştı ve üstündeki ceketi sıyırdı. Bileklerini tutmuştu. Parmaklarını damarlarına bastırdı ve Jungkook'un canının acımasını bekledi.

"Belki de bileklerimizi kesip ölmeliyiz."

Jungkook ellerini çekti. Kucağına çıkmış Yoongi'nin boynuna yöneldi.

"Canımın acımasını istemiyorum."

Yoongi, onun küçük öpücüklerine yer açmak için başını eğdi.

"Sadece bir kere öleceğiz. Acıyı bile tahmin edemeyeceğimiz kadar çok hissetmeliyiz."

"Sen nasıl istiyorsan Blondie."

Yoongi gülümsedi. Hayatta bunu bir kere yapabilirdi. Planlı ölmeyi yani.
İnsan, bir şeyleri planlı yapınca zaman daha çabuk geçiyordu, en azından Yoongi için bu böyleydi, böylece fikrini değiştirmesine de fırsat kalmıyordu. Üstelik Yoongi'nin artık yalnızca dört günü vardı. O dört günde, ne değişebilirdi ki?

Kendisi bilmiyordu ama sandığından daha fazla şey değişebiliyordu.

Mesela kim, bu gece ilk defa, gerçekten zevk alabileceğini tahmin edebilirdi?

lost stars #yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin