Pencereme vuran ağaç dalları uyanmamı sağlayabilen tek sesti. Zor uyanan bedenin, zor ayılan zihnim bu sese karşı gelemiyordu.
Başımı pencereye çevirip ıslık sesleri çıkaran rüzgarla buluşup cama vuran dal parçalarını izledim bir süre.
Çiselemeye başlayan yağmurun sesi, o eşsiz kokusu.. Huzur kelimesinin biçim kazanmış haliydi.Belkide sadece benim gibi insanlar içindi, belki diğer insanlar bu güzelliğin farkında değildi.
Hiçbir şeyden memnun olmayan ben şu küçücük şeyle mutlu oluyordum.
Yatakta bağdaş kurup bir süre daha dışarıyı izledim. Zihnimin tamamen ayıldığından emin olunca banyoya gidip rutin işler diye adlandırılan işleri yapıp mutfağa doğru yürüdüm..
Şarkı söyleyerek omlet yapan bir anne yoktu, ıslık çalan harika bir babaya sahip olsamda ne zamandır evimizden ıslık sesi çıkmaz olmuştu. Nedenini bilmediğim bir yoğunlukla çalışan babamı gecenin geç saatlerinde görmem mucize olarak adlandırılıyordu.
Anne. Yıllardır kullanmadığım kelime okadar yabancı geliyorduki artık Türkçe karşılığını unutmuştum.
Ama baba. En iyi bildiğim kelime. Aşık olduğum ilk erkek. Kucağında yemek yediğim, bana masal okuyan, saçlarımı tarayan, sürekli üzerime titreyip kendimi özel hissetmemi sağlayan kişi.
Hayatta minnettar olduğum tek insan.
Mutfakta canımın istediği türden şeyler bulamayınca yumurta kırmakla uğraşmayı göze alamadan oradan çıktım.
Uyuşuk adımlarla odama yürüdüm.
Forma denen, halk arasında okul kıyafeti diye adlandırılan disiplin ve düzenle alakası olmayan formalite şeyleri giyip az da olsa özendiğim saçımla evden çıktım.
Eski evlerin bulunduğu sokağımızda ilerlerken yıkılmak üzere olan evlere bakıp halimize bir kere daha acıdım. Bugün-yarın yıkılacak bu evler kimsenin bir işine yaramazdı. Aralarında en eski olanın bizimki olduğunu düşünürsek bizim halimiz daha içler acısıydı.
Bu mahalleden kurtulmak isteyen, hergün sabahlara kadar çalışan insanlar da biliyordu bu evlerin bir garantisi olmadığını.
En iyi örneği, Babam. Masanın başında faturalarla boğuştuğu gün koymuştu kafasına, anlamıştım. O zor durumda kalmasın diye suyun altında durduğum bir saatlik günlere veda edip sadece on dakikalık duşlarla yetiniyordum.
Faturamız kabarmasın, babam daha fazla sıkıntı yaşamasın diye.
Okul çıkışları babamdan gizli çalışıyorum, küçük bir antikacıda. Fazla para kazanamasamda evde tek başıma öldüreceğim zamanı burada değerli eşyalar arasında kitap okuyarak öldürüyorum. Kendi harçlığımı çıkardığım sürece bir sıkıntım olmuyor.
Babam eve geç geldiği hatta gelmediği günler olduğu için; Neredeydin? Ne yapıyorsun bu saate kadar dışarıda? Sorularına maruz kalmıyordum.
"Kayla!"
Adımın seslenilmesiyle durup yavaşça arkamı döndüm.
El sallayarak yanıma koşan Beren'e gülümseyerek "Merhaba" dedim."Keyfin yerinde bugün." diye yanıtladı beni.
Yağmurlu, toprak kokulu sabahlar insanın keyfini yerine getiriyor tabi.
"Mutlu uyandım diyelim."
Lise son sınıf öğrencisi ben; Kayla Tekin. Annemin beni yani bizi terkedişinden sonra tramvalarla hayata küsmüş hiçbir şeyden zevk almamaya başlamış, obur biri olduğu halde yemeklere küsmüş, psikologları delirtmiş hatta en son ne zaman güldüğünü unutmuş insan bunları söylüyordu..
Sanırım hayatım ve ben gerçekten tuhaftık.
Okuyucu sayısı belli bir kitleye ulaşınca ikinci bölümü yayımlayacağım. Bu bir sınırlama değildir!!
Yorum ve votelemeyi unutmayın.
Şimdiden teşekkür ederiim..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ESMER TANRI
Teen FictionAnnesi tarafından terkedilmiş babasına aşık bir kızın hikayesi. Hayatına sonradan giren hem iyi hem de kötü bir çocukla hayattan zevk almaya başlayan bencil bir okadarda mutsuz bir kız.