TOPRAK...
Yürüyüşüm bittikten sonra bilerek ormana yakın tuttuğum evime geri döndüm. Uzun zamandır geçirdiğim en iyi gelen yürüyüşlerden biriydi. Mesela bugün ilk defa uzun zamandır -yaklaşık iki buçuk yıl falan- yapmadığım bir şey yaptım. Kimsenin görmediğini bilsem de,gülümsemiştim. Aklıma gelen anı beni istemesem de düşüncelere itmiş ve kendime verdiğim sözü bunca zaman herkesten kaçarak ta olsa tuttuğumu fark etmiştim.
Bu iyi bir şeydi sanırım. Üzerimdeki montu çıkarıp askıya astıktan sonra salona geçtim. Kitaplıktan aldığım kitapla ormana bakan pencerenin kenarındaki tekli koltuğa geçip oturdum ve kitabımı okumaya başladım. Kendimi buraya kapattığım ve dış dünyayla bağlarımı tamamen kestikten sonra beni hayata bağlayan bir kaç şeyden biriydi kitaplar. Onları sadece okumak için okumuyordum ben. Benliğimin eksik parçalarını onlarda doldurup yıkılmışlığımın çarelerini buluyordum.
Yaklaşık bir saat kadar kitap okuduktan sonra saate bakıp kitabı yerine koydum. Üst kata çıkıp banyoya girdim ve kısa bir duş aldım.Üzerimi giyindikten sonra yorgunlukla kendimi yatağa attım. Biraz tavana boş boş baktıktan sonra uyuyakalmışım zaten.¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤¤
Sabah uyandığımda saat 11'e geliyordu. Yavaş hareketlerle yataktan çıkıp mutfağa gittim. Bir şeyler hazırlayıp masaya koydum, dolaptaki meyve suyundan en sevdiğim mavi kupaya doldurup onu da masaya koyduktan sonra ellerimi yıkayıp sandalyeye oturdum. Bir yandan en sevdiğim şarkılardan bir olan 'yalnızlık'ı mırıldanıyordum. Her ne kadar kimseyle konuşmuyor, kalabalık ortamlara çok fazla gerekmedikçe girmiyor olsam da ben özünde hayat dolu biriydim. Evde bağıra çağıra şarkı söylediğim zamanlar çok olurdu. Etrafta,en azından çok yakınlarda başka ev olmadığı için rahat rahat eğlenebiliyordum.
Öyle kendimi her şeye ,herkese kapattım diye hayata küsecek tiplerden değildim. Yalnızlığım beni mutlu ediyordu üstelik. Şarkı söyleyebiliyor,dans edebiliyor,kendimi engellemeden yalnızca kendime odaklanıyordum. Bu benim tercihimdi. Ama zaten hayatımda beni cidden önemseyen insanlar olsaydı onları böyle nedensizce bir anda bırakmamı engellemeye çalışır bana inat yanımda olmaya devam ederlerdi. Işte bu yüzden en doğru kararı verdiğime inanıyorum.
Kahvaltımı yaptıktan sonra odama çıkıp üzerimdeki pijamalardan kurtulup kalın beyaz kazağımı üzerime geçirdim. Siyah taytımı da giydikten sonra salona geçtim. Saat ikiye geliyordu. Bugünkü yürüyüşüm için askıdaki montumu üzerime geçirip evden çıktım.Ormanın girişinde durduğunda saat tam ikiydi. Her zamanki gibi. Derin bir nefes alıp yürümeye başladım. Yüzümdeki ifadesizlik kendini korurken gözlerimi tam karşıma diktim ve ellerimi montumun ceplerine soktum. Bugün hava biraz soğuktu.Yürümenin verdiği rahatlama ve ısınmayla adımlarımı biraz daha hızlandırdım.Ormanın derinliklerine geldiğimde etraftan yükselen cır cır böceklerinin,hafif hafif esip saçlarımı uçuşturan rüzgarın,ağaçların tepesinde tüneyen kuşların ve ormanın diğer sakinlerinin çıkardığı sesleri dinlemeye başladım.Huzur verici bir sakinliğe sahipti burası. Yalnızdım ama aslında
etrafımda onlarca canlı vardı.
Onların seslerine birde benim mırıldandığım şarkının sözleri karışınca kendimi daha da huzur bulmuş hissettim.Tüm umutsuzlukların içinde bir umut gibiydi sessizliğimin içinde gizlenen çığlıklar.Güneşin kaçtığı ,ayın bile geceye küstüğü zamanlarda pırıl pırıl parlayan bir yıldız gibiydim sanki. Ben hayatımdaki her şeye küserken onun bana kucak açması unutturuyordu yaşadıklarımı. Ya da yaşamadıklarımı. Bir mahkumun kendini hapishaneden çok bir festival alanında hissetmesi gibi bir şeydi benimkisi.Alabildiğine ,olabildiğine özgürdüm bu yapmacık parmaklıkların ardında. Kimse 'nereye gidiyorsun?' diye soramıyordu mesala, ya da neden 'geç geldin'diyemiyordu kimse.
Insanları yargılamak,onları aşağılamak ne kadar kolay oluyordu oysaki eski hayatımda.En ufak yenilmişliğinde, yıkılmışlığında paramparça ediyorlardı zaten kırık dökük olan kalbini.Gözyaşı akıtmak değil de,güçlü görünmek için gülmek en iyi yaptıkları şeydi çevremdekilerin.Sizin de yaptığınız tek şey bu işte.Ağlamak yerine gülmek ağlamayı acizlik olarak görmek.
Ama bir bakın etrafınıza.Yaralanmış ama kabuk bağlayamamış onca kalp var.Siz bilmeseniz de herkesin büyük küçük ya da ne bileyim işte belki hala kanayan yaraları var. Ama herkesin var işte içlerini kavuran gönül sızıları. Benim de olduğu gibi. Cam kırıkları saplanmış kalbim kapanmamış yaralarla dolu benim de. Sessizliğim hüzünlü iç çekişler, duyulmayan çığlıklar, anlamsız gülüşlerle dolu.Mavi-siyah hayaller ele geçirmiş benliğimi...
Nefret belki de beni bu hale getiren. Benim bilmediğim ama bana karşı kullanılan en büyük silah. Bir annenin nefreti ne demek çok iyi biliyorum sanırım. Annemin benden ölürcesine nefret etmesi benim şimdi burda olmama bir sebep belki. Off bilmiyorum. Eskimişlik kokan her şey beni yalnızlığımla mutluyken bile dibe çekiyor bir şekilde. En iyisi düşünmemek. Eskimiş bir kitap nasıl unutulup tozlu raflara kaldırılıyorsa onlara yabancı bir el dokunana kadar,benim de anılarım gizli kalsın bir müddet. En azından yabancı bir el onları o tozlu raflardan indirene kadar. Ama bunun da olacağından emin değilim şahsen. Yani olsa bile verdiğim sözü çiğneyip alıştığım bu yalnızlığı bu sessizliği birisiyle paylaşırmıyım bilemiyorum. Bunca insan beni yüz üstü bırakıp gittikten sonra başka birinin gelişiyle karıştırdım herhalde. Kendime falan gelemezdim. Zor olurdu yani. Bayağı bir zor...