Bab-ı Esrar

597 13 4
                                    

Gelmiş geçmiş en büyük aşk hikâyelerinin başında gelir Şems ve Mevlana'nın aşkı. Sorsanız nedir Mevlana ve Şems'in hikâyesi diye hemen hemen herkes bir kaç cümle de olsa anlatır. Kimisi yaşananları tek tek anlatır. Şems'in gelişi, Mevlana'nın onunla beraber onun deyimiyle yanması, Şems'in tekrar gidişi, arayış... Bazıları olaya daha farklı yaklaşır ve iki erkeğin birbirine âşık olmasından yola çıkar anlatmaya. Aşkın sadece karşı cinsler arasında olmadığını birbirini seven herhangi iki insan arasında olabileceğini ve bu yüzden de "gey" çiftlere hor gözle bakılmamasını dile getirir. Sadece anlatılmaz tabii, bu aşk üzerine yazılmış tonlarca kitap da vardır. Fakat Ahmet Ümit'in Bab-ı Esrar'ı bunlardan tamamen ayrılır. Çünkü o olayları olduğu gibi sıra sıra anlatmaktansa içine biraz heyecan, biraz gizem ve tutku eklemiştir. Daha önce Şems ve Mevlana üzerine çok kitap okudum ki Konyalı olduğum için de bayağı bilgim vardı. Fakat bu kitapta klasik şeyler okumadım. Ahmet Ümit bir yandan Şems ve Mevlana'yı anlatırken bir yandan da ortada harika bir roman çeviriyordu ve bu kitabın tadı uzun süreler ruhumdan hiç çıkmadı.

Mevlana'nın türbesine birçoğumuz gitmiştir. Gitmeyenler de mutlaka gitsinler çünkü o ferahlatıcı huzur dolu ortamı yaşamak gerektiğine inanıyorum. Fakat bir hocam bana şöyle demişti: "Herkes Mevlana'nın türbesine gider fakat Şems'in türbesine sadece nasibi olanlar gider." Bu cümle beni bayağı etkilemişti çünkü gerçekten bu aşktan bahsedileceği zaman sadece Mevlana denmez ya da Şems denmez, Mevlana ve Şems denir sürekli. Ortada iki kişilik büyük bir aşk vardı - şair Ataol Behramoğlu'nun da dediği gibi "Ölümdür yaşanan tek başına, aşk iki kişiliktir." (Behramoğlu, "Aşk İki Kişiliktir") - fakat herkes sadece birini ziyaret ediyordu. Daha da ilginci çoğu insan Şems'in bir türbesi olduğunu ya da nerde bulunduğunu bilmez. Oysa çok uzak değildir Mevlana'nın türbesine hatta samimi küçük bir caminin içindedir. Oraya ilk gittiğimde etrafıma şöyle bir bakındım. Görebildiğim tek şey huzurdu. Birkaç kişi içeride oturuyor bir yandan dinleniyor bir yandan dua ediyordu. İki kişi namaz kılıyordu. Yaşlıca teyzenin birisi ağlıyordu ama sadece gözyaşıydı dökülen yüzündeki ifade o kadar huzur doluydu ki gidip sarılmak istedim. Ardından ben de namazımı kıldım, duamı ettim ama çıkmadım dışarı. Oturdum bir köşeye ve ilk kez kendimle orada yüzleştim. Ben kimdim, ne istiyordum, neler yapıyordum? Şems'in türbesinde yaşadıklarımdan sonra Mevlana ve Şems denince aklıma herkesin aklına gelen aşk yerine huzur gelmeye başladı. Artık onların hikâyesi benim için huzuru temsil ediyordu.

Konya'ya her gittiğimde oraya mutlaka ziyaret etmeye çalışıyorum. Çünkü günümüz dünyasında güven, huzur, mutluluk, sevgi gibi anlamlarını yitirmeye başlayan duyguları orada içime çekebiliyorum ve bu tarif edilemez bir his. Aslında hepimizin içinde olan bu duyguları artık açığa çıkaramıyoruz, ne kötü. Fakat bazen bir şekilde onlar kendileri dile geliyorlar ve bize hayatının anlamını anlatıyorlar bir bakıma tıpkı kitapta Karen'in yaşadıkları gibi. Her ne kadar Mevlana'nın "Olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol." sözünün tam tersi yönde yaşıyor olsak da bir gün mutlaka ama mutlaka olduğumuz gibi görünecek ve olduğumuz gibi yaşayacağız. Çünkü içimizdeki o duygular kim olduğunuzu asla unutmayacak ve bir gün mutlaka vuku bulacaktır.

Yazan: Mehmet Demirci


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 21, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Bab-ı Esrar  - Mehmet DemirciHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin