Aşkın hakkını veren adam "Sabahattin Ali "...
Öyle ustalıkla gezdirmiş ki kalemini kâğıdın üzerinde, sözcüklerine hayran kalmakla yetinmiyor, hikâyelerinin büyüsüne kapılmış buluyorum kendimi. Öykülerini toplamış Sabahattin Ali 'Değirmen'de. Ve kitaba ismini vermeyi misli ile hak eden öyküsü "Değirmen " karşılıyor beni ilk olarak.'Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?' diyor Atmaca, ve aşkı anlatmaya başlıyor. O bildiğimiz alıştığımız sıradanlaştırdığımız sözüm ona aşkların hepsini çöpe atıyorum okuduğum her satırın ardından. Aşk yeni bir tanımla şekilleniyor zihnimde. Aşkın mühim bir mesele olduğunu öğreniyorum. "Peki, ama bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?" diyor. Günümüz aşklarının kirinden zihnimi arındırıyorum. Aşka her sözcükte yeni ve daha, daha da sert tokatlar gibi yüzüme vuran tanımlar çiziyor Atmaca, bildiklerimin hiçliğiyle yüzleşiyorum. Sabahattin Ali öyle güzel sözcükler seçerek anlatıyor ki hikâyeyi, ben okurken sanki yaşıyorum. Atmaca âşık oluyor değirmencinin kızına ve aşkın bedelini öderken kendinden vazgeçiyor. Koşulsuzca, korkusuzca hatta öyle ki büyük bir istekle, yalnız sevgiliye kavuşmak için...
Ve sonuna geliyor Sabahattin Ali satırların... "Fakat sevgili bir vücutta bulunmayan bir şeyi kendisinde taşımaya tahammül etmeyerek onu koparıp atabilmek, işte adaşım yalnız bu sevmektir."
Şayet öyküyü anlatırsam okumanın, o satırlar arasında dolaşmanın kıymeti yiter diye susmak durumunda kalıyorum. Fakat diyebileceğim en yerinde söz şudur ki, Değirmen benim dünyama örülen sevgi kavramını söktü ve ilmek ilmek yeniden işledi sevgiyi hayatıma. İşin garip yanı ise şu ki her okuyuşumda yeniden söküyor ve yeni, daha sert ve şiddetli ilmeklerle yeniden işliyor. Dediğim gibi Değirmen adı verilen öykü kitabı beni Değirmen hikâyesiyle karşıladı, Değirmen hikâyesiyle etkilemeye başladı fakat okuduğum her diğer hikâye benliğime yeni biçimler kazandırdı. Diyordu ki Değirmen'de
"Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncü de mi o? Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin? " Bu satırlardan sonra yalnız kendimi değil, çevremi; yalnız çevremi değil, dünyayı hatta belki evreni sorguluyorum. Yıldızlar misal? Onlar da severdi belki. Sahi sevmek neydi ve bir kalbin kaç sevgiye gücü yeterdi? Velhasıl Sabahattin Ali'nin dünyası benim dünyama ışık olmuştu ilk okuduğumda ve her okuyuşumda bir mum daha yanıyor hayatımda. Değirmen ' in ilk satırlarının samimiyeti beni sarsmaya ' Adaşım ' diyerek başlamıştı. Atmaca adaşım dediğinde yüreğimde bir sıcaklık hissederdim misal, bana anlattı Atmaca aşkını, ben dinledim. Şaştım kaldım. Büyülendim. Belki sarhoş oldum ve hala kendimde değilim. Beni etkileyen hikâyelerinin bir diğeri ise "Kırlangıçlar" oldu. İki kırlangıç vardı, biri dişi. Bir ağacın dalında sonbahara dek sevdiler birbirlerini. Farklıydı onlar. Antikaydılar. Sabahattin Âli'nin deyimiyle Başkalarına benzemeyenlere "antika" derlerdi çünkü. Hayat yollarını kesiştirdi, kırlangıçlar her gün bir ağacın dalında konuştu, dertleşti. Dost oldular. Aşkını gizlemeye çalışan iki dost. Erkek kırlangıç dişiye " Yaşadığımızın farkına varmayacak olduktan sonra ne diye yaşıyoruz? " diye sordu, yine ve yeniden düşünmeye başladım. Bu defa yaşam ilmeklerim söküldü birer birer ve yeni bir biçim kazandı zihnimde.Takvimler koparıldı, kış kapıya dayandı. İki kırlangıç da, yalnız bir şey söylemek istiyordu birbirlerine. "Hiç ayrılmayalım, olur mu? " Ama ne cesaretleri oldu bunca zaman, ne de artık vakit kalmıştı. Ayrılık günü geldi çattı.
Ayrılık günü kırlangıçların ikisi de diğerine birbirlerinden hiç ayrılmak istemediklerini söyleyecekti ki, bir yuvaları olsun ve mutlu yaşasınlar ama geç kalmışlardı. Son kez buluştular söğüt ağacının dalında. Sonbahar kapıdaydı. Dişi kırlangıç cesaretini topladı ve kırlangıç erkeğin anlaması için ona aşk dolu baktı fakat o sırada sarı bir yaprak düştü ağaçtan ikisi de yalnız sarı yaprağı gördü.
Bu defa erkek toplamıştı cesaretini "Senden hiç ayrılmak istemiyorum " derken rüzgâr esti ve her ikisi de yalnız rüzgârı işitti. Olmadı. Ayrılık geldi. Kırlangıçlar kendi aileleriyle göç etmek zorunda kaldı ve ikisi de birbirini bir daha hiç göremedi. Fakat ikisi de o güzel bahar ayını hiç unutmadılar.
Bu minik hikâyeyi öyle güzel kelimelerle işlemişti ki Sabahattin Ali, etkilenmemek mümkün değildi. Diyeceğim o ki Sabahattin Ali bu eseriyle gönlümdeki sevgi, aşk, yaşam ve daha birçok kavramın şeklini yeniden çizdi; hayatıma, benliğime asla unutmamam gereken dipnotlar ekledi.
Özetle 'Adaşım bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir?' Kırlangıçlar bu kudrete kavuşabiliyorken insanı sevgiden alıkoyan nedir?Belki de asıl öğrenmeniz gereken: Sahi, sevmek nedir?
Yazan: Melike Mestanlı