TOPRAK...
Çok güzel bir yürüyüşü daha geride bırakmıştım. Eve döndüğümde kapının önündeki merdivenlerde durup cebimdeki anahtarı çıkarmaya çalışıyordum. Her seferinde aynı şey olmak zorundaydı sanki. Yine bulamıyordum şu lanet anahtarı. Zaten her şeyimi bu kapıyla kaybetmiştim,bir anahtar neydi ki benim için.
Bu kapıyı anahtarla açtığımı değil de,çalarak açtırdığım günleri yeniden görebilecek miydim acaba? Beni hayata ve hayatımdakilere kapatan bu kapıyı açabilecek ve hayatımın kapısı olabilecek birisi var mıydı ki? Sırf bana inat benimle baş edebilecek beni yalnızlığımdan çekip çıkarabilecek biri var mıydı?
Düşüncelerimden arkamdan gelen sesle sıyrıldım. O kadar dalmışım ki, korkudan yerimden sıçramama engel olamadım. Ne dediğini anlamadım ama sesindeki tını beni arkamı dönüp dönmemekte tereddütte bırakmıştı. Ama kendimi toplayıp yavaşça arkamı döndüm. Gözlerim önce yemyeşil gözleriyle buluştu. Uzun boyu ben bir kaç basamak yukarıda olduğum için o kadar da uzun gelmiyordu. Üzerine giydiği grimsi ceket beyaz tenine tezatlık oluşturuyordu. Elleri ceketinin cebinde rahat bir tavır sergilemesine rağmen tedirginliği her halinden belliydi. Bir yandan da takım elbise giymişcesine ciddiydi. Hoş ama tuhaf bir görüntüydü.
Kim olduğunu bilmiyordum. Ben arkamı dönüp ona bakmaya başladığımda dudaklarında sıcak bir gülümseme belirdi. Gülmeye de aşırı belirgin olan gamzeleri gülümseyince daha da bir belirgin oldu ve bu zaten hoş olan görünüşünü mükemmellik
basamağına çıkarmıştı. Cidden güzel gülüyordu,bulaşıcıydı sanki gülüşü. Yüzümü ifadesiz tutabilmek için kendimi zorluyordum. Konuşmak istiyordum ama ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. O ise tekrar konuşmaya başlamıştı."Seni korkuttugum için üzgünüm amacım bu değildi. Ben sadece...konuşmak istemiştim. Yani bilmiyorum. Ufff tamam sakinim. Şey...konuşabilirmiyiz?"
Bir süre daha ona öylece bakmakla yetindim. Cidden ciddi anlamda saçmalamamıştı. Kendi kendine mı konuşuyor yoksa benimle mi anlamamıştım. Ardından 'hayır'anlamında kafamı iki yana salladım. Bu da neydi böyle? Tanımadığım bir adam bana 'konuşabilirmiyiz' diye soruyordu. Korkmuştum ve bu çok aniydi. Buraya pek kimse gelmez. Gelse bile sadece piknik falan yapmak için gelir sonra da giderlerdi. Arada bardak,çatal,kaşık falan isterlerdi ama konuşmak istemezlerdi hiç bir zaman. Belki de benim soğuk tavrımdan dolayı çekiniyorlardı. Bilmiyorum ama bu tuhaftı. Oldukça tuhaf...
"Sanırım gitsem iyi olacak."diye mırıldandı varla yok arası bir sesle. Omuzlarımı silktim. Konuşmak istiyordum ama üzerimdeki şaşkınlığı bir türlü atamadığımdan tek kelime çıkmıyordu ağzımdan.
Arkasını dönüp giderken tek düşünebildiğim,bu anın gerçek olup olmadığıydı. Adını bile bilmediğim bu adamın şu anki üzerimde bıraktığı etkiyi uzun zamandır kimseyle konuşmamama ve bir anlık dalgınlığım yüzünden bu olaya hazırlıksız yakalanmama verdim.
Bir süre daha kapıda öylece dikildikten sonra,esen sert rüzgarın yüzüme vurmasıyla kendime gelip içeri geçtim. Montumu çıkarıp portmantoya astıktan sonra mutfağa gidip bir bardak şu içtim. Aklımın içinde dönüp duran düşüncelerin artık tek bir odağı vardı. Gözlerimin önünden gitmeyen yemyeşil gözler, kulaklarımda çınlayan harika bir ses...
Mutfaktan çıkıp her zamanki rutinime geri dönmeye çalışarak önce banyoya gidip sıcak ve uzun bir duş aldım. Saçlarımı kurutup, kıyafetlerimi giydikten sonra aşağıya inip mutfakta kendime kahve yaptım. Mavi kupamı alıp salondaki kitaplıktan hala okumaya devam ettiğim kitabımı alarak her zamanki gibi ormana bakan pencerenin kenarındaki koltuğa oturdum. Kahvemi yanımdaki sehpaya bırakıp kitabımı okumaya başladım. Ara ara kahvemden küçük yudumlar alıyordum.