Nefes nefese kapılar kapanmadan trene binmiştim ve rahat bir nefes almaya kalkıştışmıştım ki trenin kalabalık oluşunu görmemle nefesim boğazımda kaldı ve gözlerim hüzünle aşağıya düştü. Ayaklarımın yanında farklı ayaklar, koluma değen kollar, vücuduma yapışan vücutlar vardı. Ve ben çoğu kişinin aksine bu durumdan pek de şikâyetçi değildim. Yalnız olmak yerine bu durumu yeğlerdim.
Arkamdan ittirilince birkaç adım geri gittim ve neredeyse camla bütünleştim. Derin bir nefes aldım ve bin bir zorlukla kulaklığımı kulaklarıma taktım ve karşıya bakmaya başladım. Gözüme ilk olarak siyah şapka takmış birisi girdi. Başı yere eğikti ve benim gördüğüm tek şey dudaklarıydı.
İlgimi çekmişti. İlginç şeyler her zaman ilgimi çekerdi ancak ben hep korkak olan taraftım. Korkardım. O zaman da korktum. Yine de çarpıştı gözlerimiz ve bana bakarak gülümsedi. Ben donakaldım. Bakışları hiç unutamayacağım türden bir doğal afet gibiydi.
O günden itibaren bizim hikâyemiz satır satır kaleme alındı.
Bizimkisi tüm zamanların en iyisiydi, belki de en kötüsü.