Piraye

2.2K 47 3
                                    

17.yaşımın ilk gününde ulaştı elime benim için günler önce düşünülen isimsiz, göndereni belli olmayan o kutu. İçinde iki kitap vardı ve bir sürü not. Hemen herkesin düşünebileceği bir hediye olsa da başına gelince insan seviniyor ister istemez. Birinin seni düşünmesi güzel. Kitaplardan biri tanımadığım yabancıyı, diğeri beni temsil ediyordu.

Bana, beni anlatmanın yolunu aramış, bulmuştu. Kitabı bitirdiğimde anlayacaktım, anlam kazanacaktı o davranışı. Canan Tan'ın ''Piraye'' isimli kitabı bahsettiğim. Kafa yormama gerek yoktu anlayabilmek için altları çizilmiş cümleler bulunuyordu içinde.


''Kütüphanedeki kitaplarıma göz attın mı hiç? Yaşıtlarım aşk romanı okurken; benim kızım nelere sardırmış diye merak ettin mi?'' diye isyan ediyordu Piraye babasına.

Kendimi bulduğum ilk cümleydi kitapta. Sevgili yakınlarım kitaplarımı kurcalamaya tenezzül etmedikleri halde beni tanıdıklarını iddia etmekten geri kalmıyorlardı. Oysa bilirsiniz, insanın içindeki fırtınayı anlayabilmek için ya okuduklarını okumak ya dinlediklerini dinlemek ya da gözlerine saatlerce bakmak gerekir. Hayatımdaki insanların kaç tanesi beni anlamak istedi ki gerçekten? Kaç tanesi bunun için çabaladı? Cevap, belli. Hiç biri.

''Ama bilin ki, herkes bilsin ki, karşınızda Piraye olarak gördüğünüz ben, farklı kimliklerle aranızda dolanıp durmayı sürdüreceğim.''


Hepimizin içinde onlarca insan yaşar. Aynı olaylara farklı farklı tepkiler veren. İçlerinden hangisi ağır basarsa o an dışarı yansıttığımız duygu da o olur. Okuyana kadar, okyanus gibi büyük ve dalgalı bir kararsızlığa sahip olduğumu düşünmekten ileri gidemiyordum. Nasıl oluyordu da beni benden iyi tanıyan biri çıkabiliyordu aniden ortaya? Üstelik kim olduğu hakkında fikrim dahi yoktu. Devam ettim sayfalar da yaşamaya.


''Sonuç kötü de olsa, 'İyi ki denedim, içimde kalmadı,' diyebilmek, kendime karşı suçlu durumuna düşmemden daha iyi değil mi?''


Hayatımın tamamında, kaybettiğim şeyler de bile pişman olmayışımdan, ne olursa olsun ''iyi ki yaptım'' diyerek yaşananlardan ders çıkarışımdan kimin haberi olabilirdi benden başka? Hem kitabın devamında olacakları hem daha ne kadar içinde kendimi bulacağımı hem de beni böylesine tanıyanın kim olduğunu deli gibi merak ediyordum sayfaları çevirirken...


''Beynimin kıvrımlarına asla çıkmamak üzere yerleştirdiğimi sandığım, gönül verdiğim, üzerine titrediğim doğrularım nerede şimdi?''


Bu Piraye'nin sözüydü. Âşık olunca benim söylediklerimin aynısına tekabül ediyordu. Doğrularımı, çizgilerimi, katı kurallarımı en önemlisi kendimi kaybedişimi hatırladım. Gözlerimden yaşlar süzüldü 101.sayfaya. Ben kolay kolay ağlamazdım, ağlayamazdım. En son hangi satırda hüzünlendiğimi, düşündüm. Anımsayamadım. Uzun zaman olmuştu. Sonuna gelene kadar dindiremedim yağmurlarımı. Süzüldüler gözlerimden. Kopmuş ve dinmiş fırtınanın yelleri esiyordu derinlerde. Aptallık ettim o an. Belki de sevdiğim adam göndermiştir, dedim kendime. Dememeliydim! İçten içe bilsem de olmadığını, inanmak istedim. Umut ettim.


Umut, şahdamarı kadının. Bir insanın şahdamarını kesersen son bulur yaşamı, bir kadının elinden alırsan umudunu ölür oracıkta. Altı çizilen her satırı sakladım hafızamda taptaze. Bilmeden işime yarayacağını, bilmeden hediyemin göndereniyle yolumun kesişeceğini.


Bir kafede oturuyordum yıllardır tanıdığım, bana ağabeylik yapan bir arkadaşımla. Arkadaşı aradı, yanımıza geleceğini söyledi. Birkaç kez aynı ortamda bulunduk o kadar. İsmini bile bilmiyorum tek bildiğim takma ismi. Geldi, oturdu karşımıza. Arkadaşım aniden bana gelen kutunun muhabbetini açtı, anlatacaktın diyerek. Anlattım. Dinlediler.


''Tanıştığın insanın gözlerine bakacaksın.'' dedi, kitaptan bir alıntıydı bu.

''O gözlerde göreceğin ilk ışığın çekim derecesi, tanışıklığın orada kalmasını ya da gelişerek sürmesini sağlayan en iyi gösterge olacaktır.'' diyerek tamamladım onu.

Başımı kaldırıp ilk kez gözlerine baktım. Gözlerinin derinine. İnsanı içine, derinliklerine çekip orada sonsuza dek hapsedecek gibi bakıyordu...


Konuşmaya başladık. Gideceğim yere kadar benimle yürüdü hatta. Tekrar görüşmenin sözünü aldık birbirimizden. Bu ne derece mümkündü? Ben ertesi gün yaşadığım şehre dönecektim ve o orada kalacaktı. Döneceğimi biliyordu. Herkes uyurken aşağıya indim son kez görebilmek için. Tanıyorum diyemeyecek kadar yeniydi hayatıma girişi yine de görmek istiyordum.


Kurduğumuz cümleler sınırlı. Cümlelerinden bir tanesinin içinde ''biz'' diyor. Biz? Henüz olmadık ki! Daha önce, birbirimizi uzaktan görmek dışında, hiç bir yakınlık yaşamadığımız halde, başlangıcı olmayan bir şeyi orta yerinden sürdürmeye koyuluyoruz.

Benim için kilometrelerce yol geliyor. Saçlarımın dalgalarında boğulmak istediğini söylüyor. Onu sevmek istiyorum. Beni çok iyi tanıyan kişinin o olduğunu öğreniyorum. Şehrimin sokaklarında, güneşin köşesine çekildiği saatlerde, müzik yokken dans ediyoruz yol ortasında. Bu ilk dansımız onunla muhtemelen son! Çünkü bana dönüp ''Senin beni sevmeni çok isterdim. Bunun için çabaladım. Ama gözlerinde başkası var. Satır satır yazdığın kişi var. Ölmüyor. Benim onu öldürecek gücüm yok.'' diyor. Susuyorum. Yalan söyleyecek halim yok hiç. Yara bandım olmayı göze almış birine sırtımı dönüyorum sokağın ortasında.

''Yani...'' diyor titrek bir sesle. ''Bitti mi?''

''Belki de hiç başlamamıştı...''

''Üç tane Piraye geldi bu dünyaya. Biri Nazım Hikmet'in. Biri Haşim Artukoğlu'nun. Ama sen benim değilsin.''


Bana son sözü bu oluyor. Haklı. Ben onun değilim. Bana yazdığı şiirleri, yazıları getirmiş yanında. Elime tutuşturup gidiyor.

Son sözünü söylemenin, içindeki zehri dökmenin rahatlığıyla beni şiir yığınının ortasında bırakıp gidiyor.

Şiirlerim ve ben... Öylece kalakalıyoruz.

''Ama benim şartlarım ağır, bana şiir yazmalı o insan! Tüm duygularını dizelerle anlatmalı.'' diyen ben artık demiyorum. Şiir yazan o insanı bir kenara atıp bana veda etmeden giden, tek cümle kurmaya bile tenezzül etmeyen o adamı severek yaşamayı ve gururumu daha fazla ayaklar altına almamak için ondan uzakta yaşamayı göze alıyorum. Haklısın yabancı! Bu dünyaya üç tane Piraye geldi. Sonuncusu benim! Ölsem de aşkımdan dönmeyeceğim ona geri, susarak saklayacağım içimde.

Bir kitap ile başlayan hikâyem son buluyor böylece. İmza gününe gittiğimde Canan Tan'a ''Kitabınız beni derinden etkiledi.'' diyorum. Kibarca gülümsüyor. Hikâyemi elbette bilmiyor. Ne denli beni aksettiğinden habersiz gülümsüyor. "Piraye'ce sevgiler..." yazıyor kitabımın ilk sayfasına. Teşekkür ediyorum, kitaplarımı kucağıma alıp uzaklaşıyorum yanından.

Yazan: Ezgi Akpınar


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Dec 08, 2015 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Piraye - Ezgi AkpınarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin