DÜZENLENMEDİ
Yıl 2007...
"Merhaba." diyorum çekingen bir tavırla "Adın ne?"
"Melis. Senin ki?"
"Ege."
Umursamaz bir tavırla önündeki üzeri yazılarla dolu deftere dönüyor.
Defterde ödev olduğunu düşündüğüm bir kaç şey var ama ödev yapmak yerine her yere karalamalar yapıyor, yazılar yazıyor.
İncecik el yazısıyla her yere farklı bir şeyler yazmış: Barbieee, Melis Kutlay, Ece <3 Melis en yakın arkadaşlar...
Hiçbiri bir anlam ifade etmiyor bana.
"Ödevleri yapman gerekmiyor mu?" diyorum.
Bana dönüp "Evet ama çok sıkıldım." diyor.
"Oyun oynamak ister misin?" diyor bana.
Çok iyi bir fikir.
İstekle "Evet." diyorum.
Adeta benden bile daha heyecanlı bir şekilde odadan çıkıp kapının ardında gözden kayboluyor. Ben neler olduğunu anlamadan geri dönüyor.
Elinde pembe koskocaman simli bir çanta var.
"Bu ne?" diyorum, cevap vermek yerine hevesle kutuyu açıyor ve parıltı saçan Barbie bebekleri ve giysilerini gülümseyerek gösteriyor.
"Ben bunlarla oynamam." diyorum ve küskünlükle arkamı dönüyorum.
"Hadi ama! Çok eğlenceli olacak!"
"Erkekler Barbie'leri sevmez. Çok sıkıcılar."
Oflayarak yanıma geliyor.
Benden iki yaş büyük.
"Baban buraya babamla konuşmaya geldi. O sırada bizim de sıkılmamamız gerekiyor. Daha iyi bir fikrin var mı?"
Gözlerimde pırıltılarla "Arabalar!" diye bağırıyorum.
Biraz hayal kırıklığına uğramış biraz da hüzünlü bir şekilde "İyi de benim hiç arabam yok ki. Ben arabalarla oynamam." diyor.
"Nasıl oynamazsın ya? Onlar en eğlenceli şeyler!" diye bağırıyorum.
Düşüncesi bile beni mutlu ediyor. Arabalarla oynamayı seviyorum.
Sonra aklıma geliyor: "Babamda araba olması lazım!"
Nereye gittiğimi bilmeden içeri koşuyorum.
Bu ev çok büyük.
Babamın sesine doğru koşuyorum. Odaya pat diye giriyorum.
Babamla diğer adam birbirlerine bağırıyor. Duyabildiğim tek şey ise babamın diğer adama "...taşınman lazım!" diye bağırışı oluyor.
Benim girdiğimi görünce ikisi de susuyor. Babam "Odaya girmeden önce kapı tıklatılır Ege." diyor.
"Özür dilerim baba." deyip boynumu eğince babam yanıma geliyor ve "Tamam önemli değil ufaklık. Söyle şimdi ne oldu?" diyor.
"Baba çok sıkıldım. Arabalarımı istiyorum." diyorum.
"Hepsini evde bıraktık ufaklık. Neden dışarı çıkmıyorsunuz. Hava çok güzel ve burasının kocaman bir bahçesi var." diyor.
Başımı sallayarak onaylıyorum ve geldiğim yoldan geri dönerken Melis'e ulaşıyorum. "Hadi dışarı çıkalım. Babam izin verdi." diyorum.
"Tamam sen git ben abur cubur alıp geliyorum." diyor ve ben kapıya bu ise mutfağa yöneliyor.
Bağcıklarımı onuncu seferde bağlamayı başarıyorum ve Melis'i beklemeye başlıyorum.
Beni çok bekletmiyor ve beş dakika olmadan geri geliyor. Elinde kocaman hasırdan bir sepet var.
Beni bahçeye çıkartıyor ve sepetle biraz yürüyoruz.
Etraf hayatımda gördüğüm en güzel şey.
Her yer renk renk çiçekler, upuzun ağaçlar, dekoratif oyuncaklar ve hatta bazen hayvanlarla dolu.
Bu görüntü bile sebepsiz yere beni mutlu edebiliyor. "Hadi şuradaki çardağa kadar yarış!" diye bağırıp hemen ileri atlıyorum. Taze kesilmiş çimen kokusuyla beraber seyrek ağaçların olduğu çimenlik bir alana doğru koşmaya başlıyorum.
Arkada elindeki sepetle Melis beni takip ediyor.
Koşarak çardağa ilk ulaşma şerefini ben kazanıyorum ve oturup bir yandan gülerken bir yandan da soluklanıyorum.
Melis oturmadan "Hile yaptın ama." diyor.
Gülerek yana kayıyorum o da yanıma oturuyor.
Ne kadar acıktığımı fark ediyorum ve Melis'e sepeti açması için duygu sömürüsü yapıyorum. En sonunda "Tamam ama hepsini yemeyeceğiz. Sonraya da kalsın." diyor.
Paketlenmiş bir çikolatalı keki mideye indiriyoruz.
Ardından üç saat aralıksız oyunlar oynuyor, etrafta koşuşturuyoruz. En sonunda yorulup tekrar yemek için oturuyoruz. Bu arada iyice kaynaştığımız için sohbet etmeye başlıyoruz.
Durduk yere "Hayatımın en güzel gününü yaşadım." diyorum.
Melis bana bakıp gülümseyerek ağzındaki keki parmaklarıyla daha da boğazına sokuyor.
Konuşmaya çalışıyor ama kek yüzünden hiçbir şey anlayamıyorum.
Ben gülme krizine girerken Melis'te gülmeden keki yiyebilmek için kendini zorluyor.
Başardığında da "Ben de çok güzel bir gün geçirdim. Hadi bunu ölümsüzleştirelim." diyor.
"Nasıl?" dediğimde cevabı "Omzuma çıkıp bu bıçakla M.E. yazacaksın, böylece ölümsüzleştireceğiz." diyor.
Metal, kalın uçlu bir tereyağı bıçağını gösteriyor.
"Sen benim omzuma çık ben erkeğim." diyorum. "Salaklık etme ben büyüğüm." diyor ve kabul etmek zorunda kalıyorum.
"Nereye yazacağız?" dediğimde "Bu çardağın tepesine tabi ki de." diyor.
"Ağaçlara yazsak daha hoş olmaz mı? Hem zorlanmayız." diyorum.
"Ağaçlar büyürse bozulabilir. Veya kesilebilir veya hasar görebilir." diyor.
En sonunda omzuna çıkmayı kabul ediyorum.
Bin bir güçlükle omzuna çıktığımda bıçağı aşağıda unuttuğumu fark ediyorum ve her şeyi baştan yaşamak zorunda kalıyoruz.
En sonunda çardağın tepesine erişim sağladığımda kazımanın göründüğünden zor olduğunu fark ediyorum.
Zorlukla M'yi tamamlıyorum ve E'ye başlıyorum.
Daha gövdesini kazırken "Az sonra yıkılacağım hızlı ol!" diye bağırıyor.
Elimden geldiği kadar hızlanıyorum ama yetmiyor. "Hadi, Hadiii!!" diye bağırırken bitirmek üzereyim ama bu yeterli olmuyor ve ben tam bitirdiğimde yıkılıyor.
Onla beraber bende yıkılırken elimdeki bıçak çardağın çatısına daha sert bir biçimde giriyor ve düşme açımız yönünde E ile bitişik kalın bir çizgi bırakıyor.
Çardak çatısının sonuna geldiğimde ise bıçak boşluğa geliyor ve elimden düşüyor. Biz ise çardağın korkuluklarının öbür tarafına, çimlere, düşüyoruz.
Gülmeye başlıyoruz. "Bu gün daha güzel olabilir miydi?" diyorum.
Cevabı "Neden olmasın?" oluyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şanslı Çocuk: Katil -Düzenleniyor-
ActionBoğazını temizledi ve "Ege Kanmaz Blok A kat 2. Berk Tutucu Blok A kat 1. Tuna Çanak Blok A kat 4. Gizem Armağan Blok A kat 3." dedi. Neden sıralar karışıktı? Sanki özellikle yerlerini değiştirmiş gibi. "Her yer tertemiz olacak. Hadi iş başına." Her...