Eskimiş sandalyesine yavaşça yerleşti ve önünde duran spiralli defterini kıvırıp boş, temiz bir sayfa açtı. Tükenmez kalemini eline aldı ve Tanrısı ile konuşmaya başladı.
"Kimsesiz hissettiğim her an, bir mucize bekliyorum. Tanrı'nın varlığına inanmak istiyorum. Yoksa kime yalvaracağım, çaresizlikler içerisinde boğulurken? Kimden yardım isteyeceğim? Biliyorum, oradasın. Belki beni lanet olarak gönderdin dünyaya, bilmiyorum. Tamamen nötrüm. Mucize bekliyorum, evet ama bu tamamen umutsuzluğumdan, pozitiflik ile bir alakası yok. Mucize bekliyorum, çünkü dünyaya siyah-beyaz bakmaktan yoruldum Tanrım. Umutlanmaktan korkuyorum ama negatif yaşamaktan da yoruldum. Ben karanlık bir tünelim. Uzun, karanlık, kimsesiz bir tünel. Bu tünelin ucunda bir ışık var Tanrım, biliyorum, sen kullarını üzmezsin. Ruhum da o tünelde koşuyor. Ama yoruldum üstad, yoruldum..." Gözlerinin dolduğunu görüş açısı bulanıklaştığında fark etti. Gözlerini kırpıştırdığı anda bir damla yaş kağıdın üzerine düştü. Öfkelendi. Ayağa kalktı ve kendine acımadan önüne geleni tekmelerken, avuçiçlerini gözlerine bastırıyor, haykırıyordu. Bu öfkesinin sebebi, ağlamasıydı. Kendine kızıyordu. Hemen ağladığını düşünüyordu, bu da onu küçük düşürüyordu. Toplumda dahi, hemen ağlardı. Bu yüzden alay konusu olmuştu birçok kez. Ama elinde değildi. Elinde olan hiçbir şey yoktu. Kendini, gözyaşlarını tutamıyordu. Babası oğlunun bu hallerini normal karşılamakta direniyor, inatla psikoloğa götürmüyordu fakat Arel'in psikolojisi, amcası gözünün önünde annesine tecavüz ettiğinden beri normal değildi. Zamanla bu durum kabuk bağlayamayan bir yara gibi daha derinleşmeye, kanamaya başlamıştı. Geçen her gün Arel'in yarası derinleşiyor, yaşadığı olaylar canını daha çok yakıyor, dayanılmaz hale geliyordu. Babası, o olayda kardeşini koruması yüzünden Arel'in anne ve baba tarafı birbirine düşman olmuştu. Arel babasından nefret ediyordu, annesinin haklı olduğundan emindi fakat annesi artık kendini erkeklerden soyutlamıştı, hatta insanlardan. Kimseyi yanında istemiyordu. Her şeyini alıp bir gecede ortadan kaybolmuştu, şimdi nerede olduğunu bilmiyordu. Anne tarafından hiçbir akrabası Arel ile konuşmuyordu, babasının oğlu olmasını kendisi seçmemiş olmasına rağmen onu da suçluyorlardı göz yumduğu için. Daha doğrusu, onlar öyle düşünüyorlardı. Oysa hiç düşünmemişlerdi, henüz 9 yaşında bir çocuk, amcasına ne denli karşı çıkabilirdi? Onu durdurmaya ne derece gücü yeterdi? Arel'in aklına yine o an geldi.
Amcasının elleri annesinin vücudunda gezerken küçük çocuk çığlık çığlığa ağlıyor, yardım istiyordu fakat onu duyan yoktu. Amcası Arel'e korkutucu tehditler savuruyor, bir yandan da annesini soyuyordu. Öylece eve birilerinin gelmesini ve yardım etmesini bekliyordu. Sonunda kapı açılmıştı. Dayısı içeri girdiğinde karşılaştığı manzaranın öfkesiyle mutfaktan en büyük ve tehlikeli bıçağı alıp, çocuğun amcasına saplamıştı. Bir adamın şerefsizliği, oradaki ailenin tüm psikolojisini at üst etmişti.
O günden sonra anne tarafı, çocuğun baba tarafıyla tüm ilişkisini kesmişti.sandalyesine oturdu ve derin bir nefes alıp ıslak gözlerini uzun kollu tişörtünün kollarına silip kalemini tekrar eline aldı.
"Evet Tanrım, pek iyi olduğum söylenemez. Yaşamaya cesaretim yok benim. Hak ettiğimi düşünmüyorum. Çok pişmanlıklarım var, çok da korkularım. Mesela yaşamak istemiyorum, aldığım her nefes ciğerlerimi yakıyor, 'hak etmiyorsun' diye fısıldıyor kalbime. Fakat intihar etmeye de cesaretim yok. Görme engelim yok ama, mutlu olma engelim var ve benim dünyam siyah. Çünkü kimsem yok. Babam sadece maddi ihtiyaçlarımı karşılıyor, onu da kısarak. Harçlık, telefon, bilgisayar ne, bilmiyorum ben. Sevdiğim yok, sevenim yok, arkadaşım yok. Yoruluyorum Tanrım. Lütfen, bir kişi, sadece bir kişi gönder bana. Girsin hayatıma. Dost olsun, sevgili olsun, fark etmez. Beni anlayacak, beni sevecek biri olsun istiyorum yanımda, çok mu? Sevenim yok, umudum yok, yaşama karşı cesaretim yok. Benim neyim var Tanrım? Ben kimselerim. Hiçlerden oluşan kimsesizim; ben kimselerim.
Odasının camlarına çarpan yağmur damlalarının sesini duyunca Arel heyecanla yerinden kalktı. Pencereden dışarı baktı. Yine İzmir'in yağmurlu kış günlerinden birindeydi. Üzerinde bir sweatshirt, altında da kalın eşofmanı vardı. Üstündeki tişörtü çıkarıp ince, penye bir tişört giydi ve kendini dışarı attı.
Yeşilliklerle dolu, ortasından asfalt bir yol geçen, aynı sıraya yan yana dizilmiş birbirinin aynısı olan müstakil evlerden birinde oturuyorlardı. Kendini sitenin yeşil yollarına attı. Islak çimen kokusunu ciğerlerine hapsetti. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor, bir kısmı da Arel'in üstüne damlıyordu. Çok geçmeden Arel sırılsıklam olmuştu bile. Gözlerini kapatmış, kollarını gökyüzüne karşı açmış, gülümsüyor, toprak ana'nın kokusunu içine çekiyordu. Bu onu mutlu ediyordu. Gülmeye başladı. Dudaklarından su damlaları süzülürken kahkaha attı. Tam o sırada arkasından bir korna sesi duydu. Rahatsız olarak zıpladı ve kenara çekildi. Füme renk bir BMW Coupé yavaşça yanından geçerken, camda bir kızla gözleri buluştu. Kızın kendisine baktığını fark eden Arel'in duyduğu rahatsızlık daha da arttı. Kendini tamamen insanlardan soyutlayan bu genç, insanlarla konuşmak bir yana, göz teması kurmaktan bile korkuyordu. O şerefsiz amcası yüzünden, tüm insanlardan korkuyordu. Kendinden de.
Kız, şoför koltuğunda oturan annesine bir takım hareketler yaparak arabayı durdurttu. Annesi müdahale etse de kız arabadan çoktan inmiş, Arel'in yanındaydı.
"Bu yağmurda neden duruyorsun? Delirdin mi sen?"Son soru cümlesi kafasında yankılandı. Delirdiğini düşünüyordu. Geçen her gün daha da kötüleştiğini, çürüdüğünü düşünüyordu kalbinin. Cevap veremedi Arel. Uzun zamandır bir insanla diyaloğa girmemişti, bu onun yine gözlerinin dolmasına sebep oldu. Kız viski rengi gözleriyle Arel'e bakıyor, bir cevap bekliyordu. Bal rengi saçları omuzlarının çok az daha yukarısındaydı, onun da saçları ıslanmaya başlamıştı. Kız hiç tanımadığı bu adama sebepsiz bir samimiyet, bir çekim duydu. Arel daha önce belki gördüğünü düşündüğü bu yabancı kızın karşısında ağlamak istemediği için koşarak evine gitti. Kız öylece bakakaldı arkasından. Onunla konuşmak istiyordu ama Arel sokak kedisi gibiydi. Ürkek, ıslanmaya alışmış, insanlardan köşe bucak kaçan bir kedi.
Eve girer girmez kendini banyoya atıp soyundu ve sıcak bir duş almaya başladı. Başından aşağı su başlığından dökülen damlaları yağmur yağmasına benzetiyordu, tek farkı sıcaklığıydı. Tekrar ağlamaya başladı, yine kendine kızdığı için.
"Sus, sessiz ol çocuk, şarkı henüz bitmedi.
Kalbine hakim ol çocuk, umut henüz tükenmedi."
Kendini bu sözlerle sakinleştirmeye çalıştı ama daha çok ağlıyordu, çığlık çığlığa. Kan şekeri düşmüş, çıplaklığının da yardımıyla üşümeye başlamıştı.
"Yürü yolları çocuk, yollar henüz bitmedi
İnan, sakin ol çocuk, Tanrı seni terk etmedi."
Evet, Tanrı yanındaydı. İnanmaya çalışıyordu. İnanmaya ihtiyacı vardı.
8 Senedir, her gözlerini kapattığında o an canlanıyordu zihninde. Okulu bırakmıştı, kendini her şeyden soyutlamıştı. Sadece bazen yağmur yağdığında çıkıyordu evden dışarı. Kimsesi yoktu. Sanal hayatı da yoktu, babası ne telefon, ne bilgisayar alıyordu ona.
Yağmurda ıslanmayı çok seviyordu genç adam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KİMSELER
RomanceHenüz dokuz yaşında annesini travmatik bir şekilde kaybeden Arel Aryan'ın hayatı o gün sarsılmıştı. O olaydan sonra annesi herkesten, her şeyden uzaklaşıp bilinmezliğe gitmişti. Adam enkazın altında kalmış, kurtarılmayı bekliyordu. İnsanlarla konuşa...