Yıllar sonra belkide hiç rastlamayacağım, siması bile tanıdık gelmeyecek bi adamla hayaller kuruyorum. Irdeleyince, belki bir ihtimal beni sevebilir diye düşünüyorum.
Adam çok güzel gülüyordu, gözleri kapanıyordu gülerken içim sıcacık oluyordu. Ara ara umutlarimizi, hayallerimizi birer utopya haline getirip dilimizin altinda sıkışıp kalan baklalari sarhoşken birakiveriyoruz, birbirimizi hiç çekinmeden eleştiriyoruz. Muhabbeti de bir güzel insanın dinledikçe dinleyesi gelir cinsten.
Gece bitiyor sabah erkenden yurda bırakıyor beni, bir kaç saat sonra ardından çıkıyorum dışarı, Fındıklı ' da bardaktan bosanircasina bir yağmur, ayağımda benimle özdeşleşmiş 4yillik botum var. Evinde kalan son bir öğünluk bulguru tencereye yetistiremeden elinden düşüp de dört bir yana savrulan bulgur taneleri gibi Fındıklı'nın yağmurlu gününde, hayat kosusturmacasi ile boğuşan insanoglu.
Yağmurun Fındık'yı felç etmesini ilk günkü hayranligimla izlerken, botumun da su geçirdiğini hissediyorum. Yinede dükkanının ününden geçmek istiyorum.
Yağmura aldırış etmeden çalışıyordu, üstelik geceden kalmaydı, üşüdüğü de belliydi dudaklarının rengi mora çalınmıştı ve ben bir daha hayran olmuştum. Durup yağmurda saatlerce izleyebilirdim ama ayaklarım üşümüstü.
O sırada Onur Akın'ın bir dizesi düşüyor aklima : " sen ne sevdalardan çıkıpta gelmedin mi " sev ulan diyorum kendi kendime sev bu adamın giderken bırakacağı acıda tatlıdır, kulağımda dünkü sohpeti. Yağmur ayakkabimi bastığına göre, bozmayan acilarimi alip, yenisini hiç fark etmeden keyifle yurda dönüyorum.Kalbim ağzımda...