Derin uykumdan uyandığımda yağmuru seven fakat yoğun yağmur nedeniyle yapraklarını şimşekten koruyamayıp onu kaybeden bir çiçek gibi hissediyordum. Rüzgarla olanların rüya olduğuna inanamıyordum. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Mp3'ümü buldum ve açtığımda duyduğum ilk cümle "senden çok hoşlanıyor kahrolası bilinç altım" oldu. Bu adam mükemmeldi. Çabucak sıradaki şarkıları değiştirerek gürültü kirliliğinden başka birşey olmadığını düşündüğüm bir parçayı son ses açıp düşünmemeye çalıştım. Uyandığıma lanet okudum.
Telefonum çaldığında neden dünyayla olan bağlantımı yenilediklerini düşündüm. Birkaç günlüğüne sessiz, sakin ve huzurlu bir yerde kafa dinlemeye ihtiyacım vardı. Telefonu cebimden çıkardığımda onun aradığını gördüm. Bu beni mutlu ediyordu ama açmak istemiyordum telefonu. Onun sesi, içimde yok olan birşeyleri canlandırıyordu. Telefonu kapattığımda hissetceğim boşluğu tahmin edebiliyordum ama yıne de açmayı tercıh ettim ve huzur veren sesini dinlemeye başladım.
"Bildiğin sessiz, sakin, huzurlu ve yalnız bir yer var mı?" Şaşırmıştım.
"Kalmış mıdır ki öyle bir yer? Benimde ihtiyacım var. Ama bilirsin ki güzel olan ne varsa masumluğunu yitirir."
"Herşey değil, herkes değil. Bilemiyorum. Badeyle ayrıldık. Sahile gelebilir misin? Bekliyor olacağım seni. Sanki başka çarem varmış gibi."
Telefonu kapattım ve sesimin titremesini ne kadar engelleyebilirsem o kadar engellemeye çalışarak bağırdım. "Tanrım hangi günahımın bedelini ödüyorum ben? Ne yaptım da hakettim bunları?"
-
"Hepimiz bir günahın bedelini ödüyoruz. Hepimiz suçluyuz bir şekilde."
Babamın yorgun sesi bu sefer beni şaşırttı. Ne zamandır buradaydı? Ayşe Kulin okuduğunu bilmiyordum. Bu adam çok konuşmuyordu ama tek kelimesi yüzlerce cümleye bedeldi. Belki daha güzel cümleler kurabilirdi fakat onlar beni sadece etkilerdi, belki daha iyi hissettirirdi. İyi hissetmek istemiyordum, kararsızlığım gerçeklik payı olan cümleleri dinlemek istiyordu. Gerçekler dalga dalga gelecek, tek dalgada beni bitirecekti.
Elime geçen ilk kıyafeti üzerime geçirdim ve tokamı birbirine girmiş saçlarımdan kurtardım. Bana dua ediyor olmalıydı. Saçlarımın bağımsız kalacaklarını sanıp sevinmeleri çok uzun sürmedi, tepeden bir at kuyruğu yaptım. Neşeli görünmelerini istemiyordum.
Evden çıkmadan önce son bir kez aynaya baktığımda şaşırdım çünkü güzel görünüyordum. Sanki dün o çok güvendiği Nejat abisinin ve yerlere göklere sığdıramadığı annesinin ilişkisinin öğrenen, 'karanlık adam' lakabını taktığı ve sürekli suçladığı babasının masumluğunu fark eden, yıllardır yan yana olduğu çocuktan aslında ne kadar hoşlandığını ve o çocuğunda başkasından hoşlandığını öğrenen kız ben değildim. Sanki herşey yolundaydı da ben o yolda değildim. Mutlu görünüyordum. Kitaplardaki ve filmlerdeki kızların tam aksine mutsuzken mutluymuş gibi görünmek için çabalamıyordum. Güçlü görünmeye de çalışmıyordum, hüznüm anlaşılsın istiyordum, ilgi yoksunuydum ben.
Aynadaki kıza baktım ve gözlerinin içine bakarak "seni aptal, güzel görünüyorsun ve bunun için üzülüyorsun. Sanki insanlar ne kadar yıpranmış olduğunu fark edince merak edecekmiş gibi. Artık siktir etsen iyi olacak. Buna alışmış olman lazımdı. Çocukluğundan beri değişmeyen birşey bu. Ne zaman ağlarken biri vardı yanında? Şimdi kendi içinde kaybolmayı kes ve Rüzgar'ın yanına git. Eğer sana o kızı ne kadar sevdiğinden bahsederse, öfkelenme."
Ben kendimin psikoloğuydum. Sandaletlerimi ayağıma geçirdim ve mümkün olduğunca hızlı yürümeye çalıştım. Yolda karşılaştığım ve Cont ismini taktığım köpekte bana arkadaşlık etmişti. Hem hızlı yürüyüp, hemde ona birşeyler anlatmak beni yormuştu. En yakınımdaki banka oturdum. İlk defa bir erkek sıkılmamıştı benim bu uzun konuşmalarımdan, dinlemişti beni. Bir köpekte olsa, dinlemişti.
En sonunda Cont'u övmeyi bırakıp etrafı inceledim. Rüzgar'a nerede görüşeceğimizi sormamıştı çünkü gerek yoktu. Biz her zaman Bal Cafe'de ya da oranın hemen önünde buluşurduk. O cafe çoğunlukla Duman, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Teoman vb. çalardı. Eğer ciddi birşey konuşacaksak mutlaka orada olurduk. Aksi takdirde 'kafa nereye biz oraya' Bu yüzden minik arkadaşımı yoracak ve Bal Cafe'ye kadar yürütecektim. Derken düşüncelerim geleneğini bozmadı ve beni yanılttı. Rüzgar tam karşımda kendini direğe yaslamış içiyordu. Yanına yaklaştım ve bir sigara yaktım. Hadi ama ne Rüzgar kitaplardaki kötü çocuktu, ne de ben masum kız. Cont ortalıkta yoktu. Gitmiş olmalıydı. Ve biz konuşmuyorduk. Aslında böylesi benim için daha iyiydi. Nasıl canını yaktıklarını dinlemek, nasıl canımın yandığını gizlemek istemiyordum ama o sessizliği bozdu.
"Biliyor musun? Umrumda değil."
"Hayır, umrunda"
"Bade'yi umursamıyorum."
Sinirlenmiştim.
"Umursamıyor musun? Hadi ama Rüzgar itiraf et seviyorum de."
Cevap vermemişti.
"Diyemezsin. Çünkü sen korkağın tekisin. Umursamadığını söylüyorsun. Neden? Çünkü sen Rüzgar Doruk'sun. Kızlar senin peşinde koşar. Sen onları gram takmazsın, değil mi? Bir kız için içmek saçma, değil mi Rüzgar? Bir kadın için üzülürsen bunu gururuna yediremezsin. İşte sen busun."
Konuşmam bitene kadar gözlerini gözlerimden ayırmadı. Bittiğinde elindeki şişeyi bıraktı ve yeniden gözlerime odaklanarak "seviyorum" dedi. Elini yumruk yapmıştı. Sinirli gibiydi ama sinirli değildi. O bakışı ve söyledikleri çözemediğim şeyleri hissetmemi sağladı. Birşey demeden gittim, belki gitme der diye duraksadım, demedi. Gittim.
Artık bir beklentim yoktu. Tamam Rüzgar'ı seviyordum ve o başkasını seviyordu ama bu demek değildi ki dünyanın sonu. Birşeyler devam ediyordu, iyi yada kötü. Güçlü bir kız değildim ama şımarıkta değildim. Hem o beni sevmese de olurdu. Ben bunu göze alarak sevmiştim onu. Ondan gelecek herşeye razıydım. Eğer seviyorsam, bedelini ödeyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mektup
ChickLit17 yaşında, güçsüz bir kızın her gün acıyı bırakarak gitmeleri öğrenme hikayesi.