Renk Kurşunları

114 22 11
                                    


Küçük çocuk parmaklarını usulca, usta ve kıvrak hareketlerle piyanoda oynattı. Müzik onu canlandırıyordu. Ruhuydu müzik onun için. Ve ruhu her seferinde farklı bir şarkı için aç bir aslan gibi avını bekliyordu.

Nakaratın ardından çocuk değişiklik katmak için ayaklarıyla ritim tutmaya başladı. Zemindeki çıplak ayak şapırtısı müziğini şenlendirmişti. Kendini tutamadığı için mırıldanmaya da başladı. Şarkıyla zıtlık içerisinde bir mırıltıydı bu. Ama şarkısı yine de minik bir koro halini almıştı. Önüne gelen saçları ve dışarıdan gelen gök gürültüleri her ne kadar onun dikkatini dağıtmaya çalışsada çocuk kararlıydı. Müziği eksiksiz ve kazasız bir şekilde tamamlayacaktı.

Ne kadar sürdüğünü bilmediği bir süre boyunca çaldı küçük çocuk.
Çaldı... Çaldı... Çaldı...
Minik parmakları artık uyuşmaya başlamıştı. Şarkısının sonlarına doğru bitirmeme duygusu onu esir almaya çalışıyordu. Ama biliyordu çocuk. Bazı şeyler gibi, bunun da bir sona ihtiyacı vardı. Her ne kadar istemesede bitirdi şarkısını ve içine çekilmesine izin verdiği boşluğun, sessizliğin.

Tam ortam tamamen sessizlik kazanacakken yan odadan bir inleme sesi duyuldu. Duvarların ince olması yüzünden bu sesin annesine ait olduğu net bir şekilde anlaşılıyordu.

Çocuğun annesi çok ağır bir hastalığa yakalanmıştı. Bu yüzden çocuk hergün annesinin iyileşmesi için çiftliklerinden bir yumurta kaçırıp annesine getiriyordu. Bir yıldır da böyleydi bu durum. Ama bugün sanki birşey eksikti...

Tabi ya! Bugün annesine yumurta getirmeyi unutmuştu.

Kapının köşesindeki terlikleri ayağına geçirdi ve kapısını gıcırdatmamaya özen göstererek açtı. Parmak ucuyla ilerlemeye başladı. Annesinin odası yan taraftaydı. Eğer sen çıkartıp onu uyandırırsa babasından ceza alırdı ve çocuk babasının verdiği cezalardan nefret ediyordu. Kapının önünden geçerken bir inleme daha duydu annesinden. 'Büyük ihtimalle kabus görüyordur' diye düşündü çocuk. Değilse neden böyle saçma sesler çıkarsın değil mi? Belki de ona yumurta getirmediği için kızmıştır.

Bu düşünce ile dahada hızlandı. Tam kapıdan çıkacağı sırada minik köpeği ilişti yanına. Ve ona sürtünüp etrafında koşmaya başladı. Çocuk onu durdurdu.

"Hemen gelicem renkli. Anneme yumurta getirmem lazım." ve köpeği ona ilişmeden hızla evden çıktı.

Çiftliğe koştu. Çitlerden atladı ve kümese daldı.

"Merhaba tavukçuklarım. Ben geldim. Annemin yumurtaya ihtiyacı var. Sizde bana verirsiniz değil mi?"

Birkaç gıdaklama ile cevabını alınca yumurta avına çıktı. Hızlı hızlı yokluyordu tavukların altlarını. Acelesi vardı, annesi onu bekliyordu. Sonunda eline bir yumurta geldiğinde gülümsedi ve yumurtayı eline aldı. Tatlı tavuğun tüylerini okşadı ve bir öpücük kondurdu arasına. O ise gıdakladı.

"Teşekkürler" dedi sevinçle. Tavukta yine cevaben gıdakladı. Güldü çocuk. Yine aynı şekilde son hız eve doğru koştu. Tam o sırada duran yağmur tekrar başladı yağmaya. Eve girdiğinde bir an bile alacağı cezayı düşünmeden bağırdı küçük çocuk.

"Annecim ben geldim. Harika bir yumurta daha getirdim sana." Güçlü bir çığlık yerinden sıçrattı onu. Ve korku dalgasına kapıldı bir anda.

"Anne?" Koşarak kapıya ilerledi. Sadece yumurtayı geç getirmişti. Bu kadar kızması çok saçma değil miydi? Kapıya geldiğinde yavaşça kulbu çevirdi.

Annesi gözlerini sonuna kadar açmış, boş gözlerle tavana bakıyordu. Solgun, bembeyaz yüzü yana yatmış, öylece duruyordu. Kıpırdamadan. Konuşmadan. Ses çıkarmadan. Ağzından akan bir sıvı ise yerde gölcük oluşturmuştu.

Bu korkunç görüntü, çocuğun olduğu yerde donmasını sağladı.

"A-anne?"

Ses yok.

"Y-yumurta-ta getirdim a-anne."

Sadece yataktan aşağı dökülen kanın sesleri...

"K-küstün mü?"

Bir yumurta içinmiydi bütün bunlar?

"A-ama kü-küsme. Be-ben çok ö-özür di-dilerim. Söz bir da-daha be-bekle-letmicem."

Ardı ardına öksürük sesleri duyuldu.

"Oğlum" fısıltı gibi çıkan bu ses çocuğun kulağına geldiğinde dünyanın en mutlu insanı oldu bir an. Ne var, ne yok hiç önemli değildi o an. Annesi ona küsmemişti. Önemli olanda buydu.

Kanlı yerden koşarak annesinin yanına ulaştı. Ama sonunda beklemediği bir şey oldu: Kadının baygın bakan gözleri bir anda kapandı. Bekledi biraz. Ama açılmadı. Onunla oyun falan mı oynuyordu annesi. Eğer oynuyorsa hiç sevmemişti bu oyunu. Son anda kafasına bir şey dank etti çocuğun. Gözleri doldu.

"Anne biliyor musun?" Annesine kendi hakkında güzel şeyler söyleyecekti. Belki onunla gurur duyar, bu ölüm kokan durumdan sıyrılıp mutluluktan eski haline dönerdi.

"Müzik öğretmenim bana altın yıldız verdi."

Ses yok. Gözlerinden akan yaşlar annesinin kanına karıştı.

"Sarı kız varya anne. Hani şu asi inek dediğin. Onun sütünü sağdım."

Tık yok. Çocuğun hıçkırıkları sessizliğe tuhaf bir ortam yarattı. Çocuk anlamıştı ki, annesi ona en başından beri küsmemişti. Ölüyordu bu hayatta en çok sevdiği kişi.

"A-a-an-ne" elleri titriyordu. Minik elleriyle annesinin elini tuttu. O bunu hak etmiyordu. Annesi de hak etmiyordu. Öyleyse neden hayat hak edenlere değilde hak etmeyenlere böyle şeyler yapıyordu? Bu adil değildi, hemde hiç.

"Üzüntünün rengi ne anne?"

***

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Mar 01, 2016 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Renk KurşunlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin