Ölüyor muydum? Gözlerimi kırptım ve boğazımın yanması geçse de kollarımı ondan çekmedim. O an dünyayı aşamayacağımı fark ettim... Görkemli ormanın ağaçlarından sonra dalgaların inanılmaz güzelliğiyle asla yarışamayacağımı fark ettim.Gözlerimi ona çevirdim. O dalgaların arasında gayet güzel gözükebilirdi. Görkemli ağaçların arasında da harika gözükebilirdi. O karanlık bir yerde korkutucu bir şekilde parlayarak her yerde harika gözükebilirdi. "Üşüyorum"
"Seni ısıtamam" dedi yüzüme bakarken. Beni ısıtamazdı çünkü soğuktu ama ben onun yanındayken ısınmayı öğrenebilirdim. Ya da bu düşüncelerimi bırakıp devam etmeliydim. O buraya eğlence için gelmişti, beni sevmek ve benimle uğraşmak yeterince can sıkıcı olmalıydı.
Gülümsedim. Beni duyduktan bir saniye kadar sonra cevap vermişti ve söylediklerime karşılık verirken hiç düşünmemişti. Kollarımı ondan çektim. Dediği şeyi birazcık düşünse asla demezdi ama değerli ömüründen bana verecek cevabı düşünerek birkaç saniyesini harcamak istememiş olabilirdi. Her şeye rağmen beni bekletmek istemediğine inanmak istemiştim.
Önce o ayağa kalktı ve elini bana uzatıp kalkmamı sağladı. Eli bütün vücudundan daha mı soğuktu?
"Yüzmelisin" dedim üstümdeki kumları temizlemeye çalışırken. Onu yüzerken görmek istiyordum. Yüzünü hafifçe salladı ve gözlerini daha da açtı. "Hanfendi istiyorsa hemen gidiyorum" dedi ve yüzünü sola eğdi. Dişlerimi göstererek güldüğümde onunda sırıtıcağını bilmiyordum. Gözlerim dudaklarının yukarıya kıvırılmasını izlerken oda beni izliyordu. İçimde bir şeylerin olduğunu hissettim, daha önce hiç karşılaşmadığım şeylerin olduğunu..."Martin'i aramalısın. Beni buraya gelip boğarak öldürmesi için çok-burada çok kısa bir anlığına duraksadı- gencim." 187 yıl yaşamış olması birazcık yaşlı olduğunu gösterebilirdi ama biz sondaki sayının önüne nokta koymayı tercih ediyorduk. Zaten çok genç ve güçlü gözüküyordu ve söylediği şey "ölmek için çok gencim" gibi klişe bir cümlenin benzeriydi.
Sırıtmaya devam ederken uzaklaştı. Bende kıyafetlerimizin olduğu taşa yaklaştım. Elimi ıslak kıyafetime silerek mi kurutmayı planlıyordum acaba? Üstümdeki ıslak tişörtüm derime yapışmıştı ama kuru hırkamın eteklerine elimi silmekte bir sakınca göremedim.
Rüzgar esiyordu ve açıkçası vücudum soğukta morarmış ve üstünden bir sürü geçmiş gibi hissediyordum. Ağrımaya başlayan kolumu kaldırdım. Biraz önce ölüyor muydum? Dalgaların onu yutmasından korktum ama onun benden kat be kat güçlü olduğunu hatırladım. Benimle yarışırken gücünün yarısını ancak kullanıyordu.
Üşüyen parmaklarımı telefonumun ekranıyla buluşturdum ve ekran kilidini açtım.
Martin aranıyor...
"Alo? Laja."
"Martin."
"Endişelenmeye başlamıştım." Arkadan kapının kapanma sesi geldi.Çünkü onu bulmak için dışarı çıkıyordu...
"Evet. Beni 9 kez aramandan bunu anladım. Ah bir de 17 mesaj var"
"Neden cevap vermedin?"
"Ben, gelince anlatacağım" o sırada dalgaların arasında ki Thomas'ı görmüş ve anlatmak istememiştim. Çünkü gelmemizi isteyecekti.
"İyi misin?"
"İyiyim"
"Pekâlâ. Görüşürüz"
"Görüşürüz"
Telefonumdan gelen saniyelik elektronik ses bana telefonun kapandığını anlatırken telefonu yüzümden uzaklaştırdım ve taşın üzerinde serili hırkamın kolunun üzerine koydum.Donuyordum. Hatta derim yanıyordu. Taşın kenarına oturdum ve hırkamın ıslanacak olmasını umursamadan giydim. Hâlâ donuyordum. Ellerimi omuzlarıma çaprazlayıp koydum ve koluma sürttüm ama ısınamadım. Hırkam ıslanmaya başlamıştı bile.
"Thomas!" Dalgaların arasından sıyrılıp bana yaklaştı. "Ben donuyorum." Aramızda bir adım kaldığında yüzümü yukarıya çevirdim ve ona baktım. "Sen gerçekten üşüyor musun?" Yüzümü salladım ve onun yüz ifadesine bakarak sordum. "Sen ne olduğunu düşünmüştün?"
"Ben, sadece içinden gelen bir şey sanmıştım." Evet birkaç kez kanımın bir saniye içinde donduğunu hissetmiştim ama bu kesinlikle onlardan birisi değildi.Yanıma çöktü ve saçlarımı geriye doğru beceriksizce itti. "Yanakların kızarmış" ellerini yanaklarıma koydu. Buz gibilerdi ve sıcak derim onun buz gibi elleriyle yanıyor ve acıyordu.
"Sen çok sıcaksın" kaşlarını çattı ve elini yüzümde gezdirdi. "Üşüdüğüne emin misin?" Yüzümü salladım ve yutkundum.
"Senin kıyafetlerini yanıma almıştım." Elini onuuzuma koydu ve ayağa kalktı. "Gitme" Bana döndü ve gözlerime baktı, biraz bana baktı sonra hızlı adımlarla arabasına doğru ilerledi. Arka koltukların üstündeki siyah sırt çantasından birkaç parça kıyafet çıkarttı.
Pantalonumu ve tişörtümü elime sıkıştırdı. Ayağa kalktım ve ağaçların arasına doğru kıyafetlerimi değiştirmek için ilerledim. Geçen yirmi dakikanın ardından o çok uzaktaki ağaçların ardından çıktım ve elimdeki ıslak kıyafetlerle çoktan üstünü değiştirmiş olan Thomas'ın yanına doğru ilerledim.
Kısa kollu tişörtüm beni ısıtmaktan acizdi. Sanırım Thomas'ta havayla ilgili ne giyileceğini bilmek hakkında acizdi. Taşın üstündeki montumu giydim. Titremeye başlamıştım ama bunun önemli olmadığına inanmaya çalıştım ve telefonumu cebime koydum.
O beni incelerken ön koltuğa oturdum. Hırkamı havlu olarak kullanmadığım için saçlarım hâlâ ıslaktı ve saç diplerim ağrıyordu. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Beynim eziliyordu sanki.
Dalgalar kayalara çarpıyor ve geldikleri yere kum getirirken gittikleri yerden kumları götürüyordu.Yol boyunca gözlerim kapanıyor gibi olmuştu. İlk defa uyumak istiyordum ama bu sefer arabanın sıcak havası ciğerlerime doluyor ve başımı ağrıtmaya geçen her saniyede daha can sıkıcı bir hâle getirerek devam ediyordu.
Acele ediyordu ve arada sırada bana bakıyordu. Konuşmak istedim ama konuşamadım. Kafam bir şeyleri kaldıramayacak kadar darlaşırken nefes borum yandı. Alışık olmadığım hava ciğerlerime doldu ve bütün vücuduma yayıldı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZ
Science Fiction(#96) Yüzümü gökyüzüne çevirdim. Nefesimi(*) kesecek tek şey gökyüzündeki yıldızlardı. Günün sonunda hep ben ve onlar kalıyorduk. Son nefesimi alıp gözlerimi yumdum, çiğerlerimin yanma hissi geçti, nefesim durdu. Gözlerimi açtım ve yukarıya bakmaya...