GİRİŞ

121 6 3
                                    


(Tişörtümün üzerindeki koku hala aynı...)

Gözlerimi açtığımda evimden yaklaşık 25-30 kilometre bir mesafede, bin metre yükseklikte bir dağın başında olduğumu çok sonradan anlayacaktım.

Uyandığımda, beynim adeta aşırı bir narkoza maruz kalmış gibiydi. Nerede olduğumu anlamam tam anlamıyla bir saati bulmuştu galiba. Sanıyorum ki saat öğle civarına yaklaşmaktaydı. Bulunduğum odanın içinde kapı açıktı. Evin ana giriş kapısı ve dışarıya açılan demir kapıda açıktı. Ortalık ise zifiri bir SESSİZLİKti. Bir saat yatağın ucunda öylece oturdum. Allah'ım, neler oluyor? Neden hiç bir şey hatırlayamıyorum?

En sonunda doğruldum. Burası... bulunduğum yer... her şey kesik kesikti. Bir anlık flash gibi patlıyordu anılar kafamda. Dışarıya doğru yürürken, bir şeylerin kokusu burnuma geliyordu. Yanık kokusuydu bu. Adımlarımı hızlandırdım. Dışarıya çıktığımda ise... Bu şehirin, belki de içinde yaşadığım bu ülkenin en büyük yangını vardı karşımda. İki büyük dağa ayrılan bu vadinin karşı tarafı cayır cayır yanıyordu. Her tarafa saçılmış çöpler, kâğıtlar, yağmalanan şeyler, pet şişeler... kimse yoktu!

Anımsamaya başladım. Allah'ım! Burası... Burası görev yaptığım köydü! Her evin kapısı neden açıktı? Neden kimse yoktu? Ve ben neden buradaydım?

Aklıma yine bir şey şimşek gibi çaktı; "Ailem!!". Arkamı döndüm, beni şehir merkezine götürecek 30 kilometrelik yolu koşmaya başladım...

Ne kadar süre boyunca koştuğumu yine hatırlayamıyorum. Bilincim -yarım- bile sayılmazdı şu anda. Kendimi toplamaya çalışıyordum. Ailemin olduğu aklıma nasıl geldi onu bile bilmiyorum. Ciğerlerimin yandığını hissedene kadar koştum. En sonunda, kesik kesik soluyarak yolun ortasında olduğum yere çöktüm. Gökyüzüne doğru kaldırdım kafamı...

Başım dönüyordu...

Gözlerim doldu bir anlığına. Neler oluyordu?

Bulunduğum yerde on beş dakika kadar durmuş olmalıyım. Sendeleyerek ayağı kalktım...

Koşacak dermanım var mıydı? Zorlarsam eğer bayılacaktım... Yürüyerek devam etmek zorundayım.

Sağım ve solum ormanlık araziydi.

Yaklaşık iki kilometreden fazla olmuştu yürüdüğüm ve koştuğum mesafe. Arkamda ise kara bir bulut kümesi bırakıyordum şimdi. Ağaçlar kül oluyordu, orman... için için ağlıyordu adeta. Neler oluyor? Savaş mı çıktı? İnanamıyorum. İnsan her uykusundan kalktığında böyle bir manzaraya uyanmazdı ki? Filimler de olurdu bu.

Yürüyordum... Kargaların koyu çığlıkları arasında bir ses daha geldi derinden.

Çok keskindi.

Seçebildim.

Bir kadın çığlığı. Uzaklardan kulağıma kadar gelen bu çığlık. Bilincim en azından kargaların gürültüsüyle bir kadın çığlığını ayırabilecek kadar açıktı.

(Tişörtümün üzerindeki koku hala aynı... Şimdi ise biraz terle karıştı...)

Bu kadın çığlığının ardından daha derinlerden bir uğultu geldi. Bir hayvana benzeyen bir uğultu... Çıkartamadım.

İçimden bir ses buralarda çok garip şeyler olduğunu söylüyordu. Peki diğerleri nerde? Herkes nerde? Allah'ım... Hava kararmadan kaçmalıydım buradan.

Öylede yapıyordum. Geri dönmek istedim kadın çığlığını duyunca. Geri dönüp yardım etmek ama çok uzaktı. Bulunduğum yerden Yaklaşık 6-7 kilometre kadardı. Biliyordum.

Buralar bana yabancı değildi. Dağlık, ayrık yerleşimdi bu köy. Evlerin arası birbirine uzaktı. Mesafeler ise, daha uzak. O kadın için artık çok geçti. Yoluna devam et dedim içinden. Devam et! "Ailem". Yerden bir sopa aldım, kalınca. Karşıma ne çıkacak bilemezdim. Bu yolu yürüyerek inmemek için, şansımın yaver gidip en azından yanımdan bir motor geçmesi için çoktan dua etmeye başlamıştı içim. Dudaklarım bu aksiyonun şokundaydı belki ama içim sürekli bir şeyler söylüyordu "Çık Buradan"!



KAOSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin