İşten çıkmadan önce, soluğu personeller için ayrılmış olan lavaboda buldum. Zorlu bir şekilde yürüyerek, ellerimi temizliğine dikkat etmeden evyenin kenarına dayadım ve soluklarımı düzenlemeye çalıştım. Kalbim nedensizce büyük bir hızla çarpıyordu. Bir şeylerden korkuyor veya endişe duyuyordum, ama bunun tam olarak neye ve kime bağlı olduğunu çözemiyordum. Pekala, bugün ilk iş günümdü ve gayet stresli olmam normaldi. Ama bu, sanki daha farklı bir şeydi. Çok daha farklı.
Üstümdeki ipek bluzu elimle çekiştirerek boş olan bir tuvalete doğru adımladım ve içerisine girerek kapıyı kilitledim. Burası oldukça dardı. Fakat en fazla yirmi saniyelik işim vardı, sadece üzerimi düzeltecektim. Dudaklarımı ısırarak dar eteğimin içine sabahki gibi düzgün olmasına gayret göstererek bluzu sokmaya başladım. Fakat kulaklarıma dolan sesler, tüm ilgimin oraya kaymasını sağladı.
"Adı neydi demiştin? Rosa mı?"
"Uh, hayır. Rachel."
"Varlıklı birine benziyor."
"O zaman Bradford'da işi ne?" Cılız sesiyle kıkırdadığını işittiğimde gözlerimi kıstım. Şu an kendi dedikodumu mu dinliyordum yani?
Üzerimden şaşkınlığımı dahi atamadan bir diğeri konuşmaya başladı. O ikisi, kesinlikle birer hemşire olmalıydılar. "Bunu bilmiyorum," dedi. Ardından suyun açıldığını işittim. "Ama emin ol, öyle."
"Ah, her neyse," dedi bir diğeri. "Canımı sıkan tek şey Bay Malik'le yakın olmaları."
Kaşlarımı çattım. Öyle mi gözüküyorduk? Ve daha ilk günden? Ah, böyle bir izlenim yaratmak çok korkutucuydu ve gerçek bile değildi. Bu... bu berbat bir şeydi.
"Ihm..." Birinin inlediğini duyduğumda elimi eteğimden çekip kapıya koydum. Her yeni kelimeleriyle şaşkına dönüyordum. "Bay Malik'in bugün giydiği gömleği fark ettin mi?" diye sordu. "Tamamen tenine yapışmıştı."
Aniden kıkırdamaya başladıklarında midemin bulandığını hissettim. Görmediğim insanlardan, daha ilk günden ne kadar yanlış olsa da nefret etmiştim. Bay Malik'i çekici buluyorlardı. Fakat... Pekala, kabul ediyordum. O gerçekten yakışıklı ve çekiciydi. Hatta daha fazlasıydı. Ama bu beni ilgilendirmiyordu. Kesinlikle ilgilendirmiyordu.
"Onlara dokunmak istiyorum," dedi aynı ses. Ardından gülmeye başladı. "Yani, içindekilerden bahsediyorum."
"Ah, kes şunu." İkisi de gülmeye başladı. Ve bu benim sadece yüzümü buruşturmama neden olmuştu.
Gittiklerini hissettiğimde ben de işimi halledip tuvaletten çıktım. Suyu açtım ve ellerimi, ardından da boynumu hafifçe ıslattım. Bu iyi gelmişti. Birazdan buradan çıkacak, ardından da evime gidecektim. Sıcacık bir duş alıp kendime kahve yapacaktım. Ve tedirgin olduğum şeyleri kafamdan silecektim. Daha sonra, erken olmasını dahi umursamadan kendimi uykunun kollarına bırakacaktım. Thomas'ı aramayı düşünmüyordum. Sadece kendi hâlimde kalmalıydım.
Lavabodan çıktığımda yüzümü buruşturmadan edemedim. Bileğimdeki acı hafiflemişti, ama şu anda da olduğu gibi yürürken beni oldukça zorluyordu.
Odama girdim ve önceden toparlamış olduğum çantamı alarak çıktım. Şahsi odam olduğundan kilitlemeyi unutmadım ve boş koridorda asansöre doğru ilerlemeye başladım. Zemin katta olan asansörü çağırdım ve beklemeye başladım. O sırada bugün görüştüğüm hastaları düşünüyordum. Hepsinin kendine ait özellikleri vardı ve elbette hepsi bende ayrı bir etki bırakmıştı. Ama Sam... O farklıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Numb
FanfictionEla gözlü adam ceketinin yakasını düzeltti ve tüm ihtişamıyla dudaklarını kıvırırken konuştu. "Bradford Akıl Hastanesi'ne hoş geldiniz, Bayan Cooper." NUMB | HİSSİZ