Yine sabahın köründe telefonunun iğrenç bulduğu alarm sesiyle uyanmıştı Ezgi. Erken kalkmaktan her genç kız gibi o da nefret ediyordu. Saatin geçmesine rağmen yatakta baş aşağı yatıyordu. Gerçekten "uyuma" mesleği olsa mesaiye bile kalabilirdi. Zar zor da olsa sıcacık yatağından,yatağındaki çok sevdiği ayıcığından ayrıldı. Kedisi Osman kalorifer peteğinin yanında mışıl mışıl uyuyordu. Onu uyandırmadan sessizce öptü. Pandalı pijaması ve pembe fon üzerine beyaz puantiyeli uyku bandıyla tam bir ponçik gibi gözüküyordu. Banyoya gidip elini yüzünü yıkadı. Hala ayakta uyuduğunun farkındaydı. Mutfağa gidip çok sevdiği kahvaltılık gevreği çıkardı. Buzdolabından da sütü aldı. Bu kahvaltının sağlıklı olmadığını bilse de bundan vazgeçemiyordu. Kahvaltısını da yaptıktan sonra daha fazla zaman kaybetmeden odasına çıktı. Üniversite öğrencisi olduğu için serbest giyiniyordu. Hergün farklı şeyler giymek gerçekten güzeldi. Tabi bulabilirse. Bugünkü kombiniyle (siyah dar pantolon,beyaz gömlek,sarı ceket ve mor fular) gayet güzel gözüküyordu. Saçlarının uçlarına dalga atıp,hafif bir makyaj yaptı. Evinden çıkıp durağa doğru yürümeye başladı. Zamanında durağa yetişebilmek için hızlandı. Ve aniden kendini yerde buldu. Elindeki kitaplar da etrafa saçılmıştı. Kafasını yavaşça yukarıya kaldırdığındaysa gördüğü karşısında bir,iki saniye duraksadı.Adeta büyülenmişti. Yeşil gözlerden ve sarı saçlardan ibaret olan manzaraya bakmaya doyamıyordu. Çok geçmeden duyduğu ses karşısında irkildi.
-İyi misiniz?
Ne kadar yakışıklı olursa olsun yumuşamayacaktı.
-Sizce iyi misin beyefendi? Benim gibi yerde boylu boyunca uzansn birisi ne kadar iyi olabilir?
Sert çıktığının farkındaydı ama çok sinirlenmişti.
-Ben sadece kibarlık olsun diye iyi olup olmadığınızı sordum. Sakin olur musunuz lütfen.
-"Sakin ol"muş. Ben zaten sakinim. Ayrıca siz kibar falan olamazsınız.
-Vay güzel olduğunuz kadar atarlısınız da hanımefendi.
Şuan bu adam onu sinirden öldürebilirdi.
-Sen... Sensin o atarlı. Ben atarlı falan değilim.
Bu sözleri söylerken farkında olmadan elleri yumruk olmuştu bile.
-Ama sen sinirlenince de ayrı güzel oluyorsun.-Size daha fazla tahammül edemeyeceğim.
Bunu söylerken saate bakmıştı.
-Eyvah! Yaptığınızı beğendiniz mi? Okula geç kaldım napıcam şimdi? Mümkünse bir daha karşıma çıkmayın!-Özür dilerim. İsterseniz size okula kadar eşlik edebilirim.
-Bence biz hayatımız boyunca karşılaşmayalım ikimiz için de en iyisi bu.
-Aa! Ben bu güzelliği bir daha göremeyecek miyim?
O sırada üniversitenin oraya giden bir otobüsün geldiğini gördü.
-Gitmem gerek beyefendi. İyi günler,umarım bir daha karşılaşmayız.-Umarım, diyerek sinsice güldü genç adam. Ezgi otobüse bindiğindeyse o da hemen arkasından bindi. Yüzünde muzipçe bir gülümseme vardı. Genç kız kafasını sola çevirdiğindeyse çığlık atmamak için kendini zor tuttu.
-Senin ne işin var burada?-Bu otobüsün bir yerden bir yere gitmek isteyen herkes için olduğunu düşünüyorum. Hem zaten bende okula geç kaldım.
-Off, bu yirmi ya da otuz dakika boyunca konuşmayalım lütfen.
-Peki,küçük hanım, dedikten sonra "Nasıl olsa ben senin peşink bırakmam." diye söylendi kendi kendine.
Yol boyunca genç kızın istediği gibi hiç konuşmadılar.Üniversite'nin önüne gelince derin bir nefes alıp sakince otobüsten indi Ezgi. Artık ondan kurtuluyordu. Ya da öyle sanıyordu...
Tamam o çok yakışıklıydı ama bu ona iyi davranmasını gerektirmezdi. Okulunun bahçesindeyken adımları hızlanmıştı çünkü zaten yeterince geç kalmıştı. O da ne ? Yürürken birden her yer kararmıştı. Çok geçmeden bir ses duydu;
-Bil bakalım ben kimim prenses.
Bu az önce baş belası olan çocuktu. Ona ne kadar kızsa da böyle güzel sözler karşısında her genç kız gibi o da yumuşuyordu. Aslında belki de ona karşı çok sert davranmıştı. Hem ilk karşılaştıklarında uyku sersemiydi ve zaten sabahın köründe kalmak onu yeterince sinirlendirmişti. Bu sefer ona karşı daha iyi olmayı denedi. Hafif bir tebessümle konuştu;
-Benim baş belam mı acaba?-Doğru bildiniz hanımefendi. Yalnız bir yanlışınızı düzeltmek istiyorum.
-Bak sen. Neymiş o?
-Senin baş belan olduğum doğru ama baş belası değil, tatlı baş belası.
Bu laf karşısında küçük kahkahalarına engel olamadı Ezgi.
-Şuan çok şanslı hissediyorum biliyor musun?
Şaşkınlıkla sordu Ezgi;
-Neden?-Sabahtan beri gülüşünü ilk krz gördüm ve çok güzelmiş.
Duyduğu sözler onu büyülüyordu. Sanırım alışmıştı artık bu şapşala. Uzun zamandır böyle sözler duymamıştı. Haliylr utanmıştı ve kıpkırmızı olduğunun farkındaydı. Hafif bir tebessümle;
-Sevindim senin adına, dedi.-Bende senin adına sevinmek isterdim. Adın ne?
Bu adam gerçekten hem yakışıklı,hem komik,hem de çok çapkındı.
-Ezgi. Ezgi benim adım.-Demek Ezgi. Bende Çağatay. Seninle çok iyi anlaşıcaz Ezgi.
-Bu sabahki karşılaşmamızdan belli oluyor demi Çağatay.
-Ne demişler "En büyük aşklar kavgayla başlar."
Ezgi aşk kelimesini duyar duymaz kızardı. Gerçekten de öyle mi olacaktı? Çağatay onun aşkı olabilir miydi? Düşünmüştü de uzun zamandır bir aşk yaşamamıştı. Yanakları ne kadar kızarsa da kocaman gülümsedi.