Mucize

284 17 15
                                    

Bir yerlerde yeni yılın yeni umutlar olduğunu düşünen, her senenin bir sonrakinden güzel olacağına inanan insanlar vardı belki de. Küçük bir çocukken bacanın altına konan hediyelerin sahibinin noel baba değilde annem olduğunu öğrendiğimden ve hiçbir yılbaşında karın yağdığını görmediğimden beri yeni yıla olan inancımı kaybetmiştim. Her sene bir öncekini tekrar ediyordu aslında. Mesela giden gelmiyordu aynı bir önceki sene olduğu gibi. Ve bildiğim en büyük acı gerçek bir sonraki sene de gelmeyecek olmasıydı. Yeni olan hiçbir şey yoktu aslında. Yalnızca Ay Dünya'nın etrafındaki dönüşünü tamamlıyor ve takvime bir sayı daha ekleniyordu.

Süslenen sokaklara ve pencerelere vuran yılbaşı ağacının ışıklarına bir göz attım. Renkler değişiyordu. Gecenin rengi ise tekti. Siyah. Elbette biliyordum rengi, sürekli değişen ışıklar gibi rengarenk olan insanlar vardı. Ben onlardan değildim ve maalesef sessizce beşiğinde uyuyan kızım da rengi, rengarenk olanlardan değildi. Biz rengimizi kaybetmiştik. Onun kaybetiğine inanmıyordum onun kaybettiği bir şey yoktu çünkü. Bizim ise yeri dolmayacak boşluklarımız vardı. Umutlara tutunamayacak kadar büyümüştüm artık. Hayatı biliyordum. Hayatta umutlara yer yoktu. Her umut daha büyük bir hayal kırıklığıydı. Benim alıştığım bu dünyayı kızım için değiştirmek isterdim aslında. Fakat aynı kendi hayatımı değiştirmeye fırsatım olmadığı gibi onunkini değiştirmek için de fırsatım olmamıştı. Hiçbir şey değişmiyordu, sen sadece değiştiğine inanıyordun.

Perdeyi çekip beşiğin yanına gittim. Mira yeni uyandığını belli eden baygın gözlerini gözlerime dikti. Benim mavi gözlerimin aksine babası gibiydi gözleri. Simsiyah. İki dişini göstererek gülen ve kollarını uzatan miniğimi kucağıma aldım. Mis gibi kokan boynuna öpücükler kondururken attığı her kahkaha içimi ferahlatıyordu. Herkesin hata olarak gördüğü tek hediyemdi geçmişimden kalan. Tam yedi ay önce almıştım kollarıma. Onu kaybedişimin ise beşinci ayında.

Sokak ortasında ağlayan ve yalvarmaya hazır olan bir genç kız düşünün. Ve giden bir adam. Kızın elinde kalan tek şey iki ultrason resmi adama haber verilmeyi bekleyen. Adam geriye bakmadı, kız resimleri veremedi. Ve bir hikaye daha bitti. Hayat ise devam etti. Biraz eksik, biraz fazla...

"Ma-ma"

Çırptığı ellerine birer öpücük bırakıp onu geri beşiğine yatırdım. Mutfağa gidip mamasını hazırlarken annem ve kardeşim garip bir heyecan içinde yeni yıl yemeğinde ne yapacaklarını tartışıyorlardı. Annem, anneliğin verdiği üstünlük ile son sözü söylerken Melis dudağını büzüp mutfaktan çıkmıştı.

"Senin istediğin bir şey var mı anneciğim?"

Gözüm hazırladığım mamadaydı.

''Hayır. Normal bir yemek işte.''

Silktiğim omzuma hafifçe vurup dolaba eğildi. Mutfaktan çıkarken annem malzemeleri kontrol ediyordu. Odaya girdiğim de Melis meleğimin ufak karnına işkence ediyordu. Mira ise art arda kahkahalarını sergiliyordu. Gülümserken Mira'yı kucağıma aldım.

"Gülmekten çatlatacaksın kızımı."

"Aman annesi gibi asık suratlı olmasın diye uğraşıyorum."

Göz devirip oturdum ve Mira'yı da karşıma oturttum. Hiçbir oyuna gerek kalmadan verdiğim her kaşık mamayı gülerek yiyordu kızım. Yeme sorunumuz yoktu en azından. Hatta gördüğü her şeyi ağzına atacak kadar açıktı iştahı. İlk söylediği kelime mamaydı. Toplu yanaklarını hafif ısırıp biten tabağı yanıma koydum. Ağzını silip onu kucağıma aldım. Salona geçerken annem bu sefer temizlik işine girişmişti. Koltuğa otururken Mira'yı yere bıraktım. Mira emeklemeye başlayarak ananesinin bacaklarına dolandı. Annem gülerek onu kucağına alırken Mira'nın gözü masanın üstünde duran su dolu leğendeydi aslında. Gülerek eğildi ve leğeni çekti. Ellerini çırpıp dökülen sulara bakarken annem bıkkınca alışık olduğumuz yaramazlığına baktı. Melis kızımı ananesinden kurtararak kucağına aldı ve gülerek salondan kaçtı.

"Sen otur ben silerim."

Ayağa kalkıp bezlerin olduğu çekmeceye gittim.

"Kime benzemiş bu kız. Sen çok usluydun."

Burukça gülümsedim. Babasına çekmişti. Birkaç kez annesine neler çektirdiğini anlatmıştı. Tekrar üzülmemek için daha fazla bu konu üzerinde durmadan silme işini bitirdim. Bezi durulayıp astım. Tekrar koltuğa otururken kanalları gezmeye başladım. Her açtığım kanalda evlilik programı çıkarken oflayıp televizyonu kapattım. Aşkı, evliliği bu kadar ayağa düşüren insanları anlayamıyordum. Aşk iki kez görünce büyüyüp içine yerleşecek bir duygu değildi ki. Aşk kalbinin tümünü esir alan, kalp dışında ki tüm organları devre dışı bırakan bir duyguydu. Aşk hem acıların hem de mutlulukların bütünüydü. Yaşadığını hissettiren bazen ise öldüren şeydi. Eroin gibiydi aslında. Yavaş yavaş öldüren, ama zevk veren, ihtiyaç duyduğun bir bağımlılık. Aşk her şeye rağmen güzeldi. Aşık olduğum için pişman değildim. Yaptığım hiçbir şey için pişman değildim. Tekrar üç yıl öncesine dönseydim eğer, yine onu severdim. Onu sevmek güzeldi. Onunla olmak da güzeldi. Bitene kadar her şey çok güzeldi. Sevdiğim gibi sevildiğimi hissettirmişti. Öpüşlerin de yaşatmıştı. Kollarıyla ısıtmıştı. Saçlarımı okşamış, aklımdaki tüm olumsuzlukları silmişti. Ve en kötüsü ona güvenmemi sağlamıştı. Nefesini nefesimde hissederken, dokunuşları vücudumda yer alırken karşı çıkmak çok zordu zaten. Toy bir kızdım onun karşısında. O ise olgun bir adamdı. İlk ve tek sevgilimdi. Ben ise onun için ne ilktim ne de son olmuştum.

İçimi çekip kapalı televizyondan gözlerimi çektim. Tam kalkıp Mira'nın yanına gidecekken annem karşımda dikildi.

"Evde tavuk kalmamış. Melis'e laf anlatana kadar gidip alır mısın anneciğim?"

"Tamam. Mira'da hava almış olur hem."

Odaya gidip kazak ve pantolon giydim. Mira'yı da teyzesinin elinden kurtarıp kalın bir elbise ve montunu giydirdim. Ufak botlarını da giydirip kısa saçlarını topladım. Ona gülümsiyerek bakarken o atta heyecanındaydı. Kendi montumu da giyip dışarı çıktım. Bebek arabasına Mira'yı koydum ve yürümeye başladım. Saat çok geç olmamasına rağmen hava hızla kararıyordu. İzmir'in her zaman kalabalık olan Karşıyaka'sı bugün biraz daha kalabalıktı. Her yer ışıl ışıldı. Herkesi, her yeri yeniyıl heyecanı sarmıştı. Bir an anormal olanın ben olup olmadığımı sorguladım. Mira karşısına çıkan palyaçoya gülerek bakarken bende aynı şekilde ona bakıyordum. Kafamı gülerek bebek arabasından kaldırdım ve gülüşüm yavaş yavaş solarken gözlerim keskin siyahları buldu. Aramızda geçip giden insalar bakışmamızı bölerken gözlerimi kırpıştırmadan edemedim. Her tekrarlayışım da gözlerim yine aynı kişiyi buldu. Atakan karşımdaydı. Omuzları her zaman ki gibi dik, bakışları keskindi. Arabayı tutan ellerim daha çok sıkılaşırken yüzüme değen taneciklerle kafamı kaldırdım. Ufak kar taneleri yağarken dokunduğu yerde eriyip bitiyordu. Atakan karşımdaydı. Dönmüştü. İzmir'e yıllar sonra kar yağıyordu. Gözlerimi sıkıca yumup gökyüzüne kaldırdım kafamı. Yüzümde küçük küçük damlalar hissediyordum. Bu anların gerçek olduğuna inanmak için somut bir şey aradım. Gözlerimi açıp karşıya bakarken Atakan aynı yerde yoktu. Hayal mi görmüştüm?

"Aden."

"Atakan."

Yanımda duran beden o kadar tanıdıktı ki. Ve bir o kadar yabancı. Özlediğim koku burnuma çalınıyordu. Kar taneleri gökyüzünden kopup geliyor üzerimizde eriyordu. Bakışlarım yakından siyahları görmeye hazırdı ama kalbim? O aylar sonra bunu kaldırabilir miydi emin değildim. Sürekli ertelediğim ve yapmak için can attığım şeyi yapıp gözlerimi gözlerine diktim. Mavi ve Siyah birleşti. Yutkundum, yutkundu. Adem elması hafifçe hareket etti. Gözleri benden sonra bebek arabasını buldu. Mira ellerini bacaklarına koymuş bize bakıyordu. İlgiyi çekmesiyle gülücükler saçmaya başladı.

"Ba-ba."

Mucizelerim birer birer gerçekleşiyordu. Üzerimize karlar yağıyordu, Atakan karşımdaydı, kızım babasını tanımıştı. Tüm umutlardan, hayallerden kaçarken yeni yıl mucizelerle gelmişti. Bu yıl bir önce ki yıldan farklı olacaktı.






Mucize #WattyTR2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin