Sıradan günümün sıradan kahvesini içerken sıradan yönetici asistanimi azarlamakla mesguldum.Yönetici asistanı dedigime bakmayın yardımı bile dokunmuyor.Günlük maillerimi kontrol ettikten sonra cam ofisimin camından karsiyi seyretmeye koyuldum. Herkeste bir acele, bir telaş vardı. Simitci kimbilir kaçıncı simitini satıyordu ve kimbilir oradan kazandığı parayla kaç çocuğa bakıyordu. Az ötesinde kuşlara yem atan ufak çocuk gozume çarptı. O yana bu yana koşturuyor nese içinde kuşlarla oynasiyordu. Onu biraz seyrettikten sonra etrafında kimsenin olmadığını farkettim.Kim dört yaşlarındaki bir çocuğu yalnız bırakıp gidebilirdi ki? Gözümun önüne cocuklugum geldi.Annem beni bırakıp gittiğinde ben de dört yaşlarındaydım. Dedem olmasaydı belki de sokakta simit satacaktim. Kimbilir belki bir meslegim bile olmayacaktı. Hayal dunyasindan küçük çocuğun yere düşmesiyle cikabildim. Dizi kaniyordu ve yine yanında kimse yoktu. Daha önce hiç duymadigim bir şefkat duygusuyla ofisimden fırladım. Meydana geldiğimde ufaklik kalkmış kuşlarla oynamaya devam ediyordu. Birkaç metre ötedeki cayciyi farkettim. Semaverinde çay yapmış insanlara satış yapıyordu. Atmisli yaşlarında ak pak sakallı sevimli bir amcaydi. Gözü sürekli cocugun üzerindeydi.Amcaya doğru yanastim " Bir bardak da bana doldur be dayı." dedim. Hiç adetim olmadığı halde demli bir çay iciyordum hem de sokakta. Bir çocuk kalbimi mi yumusatiyordu yoksa.