"Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde çok önceden beri varlığını sürdüren bulut kadın isminde bir gökyüzü perisi yaşarmış. Gülüşü o kadar güzel ve derindenmiş ki, onun gülüşüne kapılıp hayran olmayan biri daha olmamış. Ay her akşamın zifiri karanlığında onu izler, sabah olunca da gidermiş. Sabah vakti Güneş adam çıka gelir, bulut kadının güzelliğini seyredalar ona taparcasına aşık olduğunu bir türlü söyleyemezmiş. Her ne kadar bunu planlasa da gözlerine baktığı an dili tutulur, cümle dahi kuramaz hâle gelir, kendini yitirirmiş. Velhasıl Güneş adam da akşam olunca gitmek zorunda kalır akşamın zifirisine, Ay'a bırakırmış yerini. Bulut kadının yüreği Güneş adam için çarparken, Ay her akşam engel oluyor, ayırıyormuş iki seveni. Güneş adamın her sabah bulut kadına doğması da bundanmış. Bulut kadın zamanla, Güneş adamın her akşam vakti gitmesine alışmış. Geleceğini ümit etmekten, ya gelmezse endişesi taşımaktan yorulmuş, bitkin düşmüş. Öyle ki bazen kalkmaya hali olmaz tüm dunyayı sis bulutuyla kaplarmış. O kadar alışmış ki artık canı yandıkça içine atıyor, özledikçe yüreği kanıyor, bekledikçe tükeniyormuş. Ve bulut kadın; tüm acılarını taşıyamaz hâlde düşüvermiş dünyanın dört bir yanına. Göz yaşları tüm ülkeye dağılıvermiş yavaş yavaş. Öyle ki "yağmur" denmiş kadının gözyaşına. Kadın ağlamış, yağmur sanmışlar."