İnsanoğlunun, maymun atasından bugüne gelene kadar geçirdiği evrim, sadece fiziksel bir yönde ilerlemekle kalmadı. El becerilerinden sanata kadar zihinsel bir devrim gerçekleşirken, milyonlarca yıllık bu serüvenin sonunda bugüne damgasını vuran da, insanoğlunun bu zihinsel evrimi oldu. Bu süreçte, binlerce yıl boyunca insanoğlu, kendisine yine binlerce Tanrı yarattı. Bu; gün geldi yeryüzünü fırtınalarıyla kasıp kavuran, kızgın nefret dolu bir gökyüzü Tanrısı, gün geldi her hasat döneminde bereketini sunduğunu şefkatli bir yeryüzü Tanrısı oldu. Hiddeti ve öfkesi karşısında çaresiz ve güçsüz kalan; verdikleri karşısında minnet ve şükran duyan insanoğlu, bu Tanrılarına kurbanlar sunup adaklar adayarak, onlarla aralarını hep iyi tutmak istediler. Dinler de bu zihinsel evrim karşısında tutunamayıp, "Çok Tanrı"lar bir bir elenirken, bunlardan anaerkil toplumların Tanrıçaları da fazlasıyla nasibini aldı. Ve ataerkile dönüşen bu toplumlar da Tanrıçalarını, "baba" Tanrılara kurban verdiler. Erkek egemen sosyo-kültürel yapı, inançlarına da yansıyarak, bugünün "erkek" tek Tanrısını doğururken, kadının kutsallığıyla aynı paralelde kadının saygınlığı da, toplumda "erkek Tanrılara" yenilmiş oldu.
Elbette dünden bugüne, bu inanç yelpazesine tanıklık eden en önemli coğrafyalardan birisi de, konumu nedeniyle hiç şüphesiz ki, Anadolu topraklarıydı. Dünün mirası üzerinde kurulan bu medeniyet, yarına da bugünden bırakacağımız, bize ait en önemli miras olacaktır kuşkusuz.
Üzerine şehirler kurduğumuz bu toprakların, yüz yıllar önce hangi medeniyetlere ve toplumlara ev sahipliği yaptığını elbet de tarihin rehberliğinde bilebiliyoruz bize dünden kalan mirasla. Peki, o toplumların inançları hakkında ne kadar bilgi sahibiyiz? O inançların kaynaklarını ne kadar bilebiliyoruz? Peki, farklı coğrafyaya yayılmış toplumların inançlarının, birbirine bu kadar benzeyebildiği konusunda ne kadar fikir sahibiyiz? Ya da o dönemin inançlarının, bugünün inançlarının kaynağını oluşturduğu konusunu neden görmezden geliyoruz? Bunun cevabı, belki de bugünün dinlerinin, zarar görmemesi için sorgulamaya kapalı kendi dogmatik sistemleridir. Korkuyla temeli sağlamlaştırılan bu sorgulanmazlık, dinin kendi sert kabuğunu her daim güçlendirirken, hiç şüphesiz buna cesaret edemeyen için ise, her daim içsel bir mutluluk anlamına geliyor da olabilir. Yine de bu konuda, önsözün son sözü Nietzsche'ye ait olsun
"Ruhunda sükunete kavuşmak ve mutlu olmak isteyen insanlar inanmalı ve iman etmelidirler. Ama hakikatin peşindeki insanlar iç huzurundan feragat etmeli ve yaşamlarını bu sorgulamaya adamak; kendisi ve hayatla yüz yüze gelmekten korkmamalıdırlar"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZUNYUVA-Katilin Gözyaşları
Misterio / SuspensoMö-5-4 yüzyıllarında Karia Medeniyetine başkentlik yapmış Egenin şirin bir ilçesinde, günümüzde yaşanan, belki de "yüzyılın en büyük tarihi eser soygunu" sonrasında işlenmeye başlayan akıl almaz cinayetler, katilin bir sonraki cinayeti için bı...