Mylassa, ismini; Ege denizinde, Ailoia adasında yaşayan ve yöneticisi rüzgarlar tanrısı Ailos'un soyundan gelen Mylassos'tan almıştı. Ve kent de, iki binin, ikinci yarısından itibaren yerleşik olarak yaşanmaktaydı. M.Ö.5. ve 4. yüzyıllarda ise , Karia'nın en önemli kenti olarak, satraplık merkezi haline gelmişti. M.Ö. 334 yılında, ünlü Makedon komutan Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişi ile birlikte Mylassa, 334-324 yılları arasında İskender'in egemenliği altına girmiş, İ.Ö. 280 yıllarından sonra ise Pergamon Krallığı Karya'da hüküm sürer hale gelmişti. Daha sonra ise, Mylassa, Roma İmparatorluğu egemenliği altına girmiş ve Bizans Çağında Milas, sınırları en geniş halini almıştı. On üçüncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren ise, Türklerin hâkimiyetine girmişti.
Nasıl arap ülkeleri için "kazmayı vurduğunuz yerden petrol fışkırır" deyimi vardır ya; bu küçük ege kasabasından da adeta tarih fışkırıyordu. Nerede olursa olsun arsanızı, tarlanızı kazın, mutlaka tarihi bir eserle karşılaşıyordunuz. Bu, bazen bir sütun, bazen bir hamam hatta bazen bir lahit mezar..
İlkçağlarda Milas, aynı zamanda mermerleriyle de oldukça çok ünlü bir kentti. Şehrin oldukça yakınında yer alan Sodra Dağı'nda mermer ocaklarının bulunması, inşaat için lazım olan malzemenin kolayca elde edilmesi ile birlikte , Mylasa, çok sayıda kutsal mabet ve yapı ile donatılmaya başlanmıştı. Hatta yine bir öyküye göre, nükteleri ile ünlü Arpçı Stratonikos, kentte verdiği müzik resitale başlarken yaptığı konuşmada, şehirdeki tapınakların çokluğundan etkilenerek, her zamanki; "İnsanlara kulak ver" sözünü değiştirerek, "Tapınaklara kulak ver" demişti. (G. Bean). Bütün bunlar, Milas'ı tarihi mirasa sahip bir kent olarak gözünde olağanüstü bir yere taşıyordu. Yine, daha birkaç gün önce yerel bir gazetede belediyenin alt yapı çalışmaları sırasında, Roma dönemine ait olduğu düşünülen iki lahit bulunduğunu okumuştu. Lahitin içinden iskeletler ve gözyaşı şişeleri gibi kendi döneminin gündelik eşyaları çıkmıştı. Bütün bunları düşünürken o anda televizyondaki haberde bahsi geçen yere gözü takıldı. Burası Milas'ın hemen merkezinde postanenin bulunduğu bir tepenin eteğindeydi. Hisarbaşı mahallesindeki Uzunyuva dedikleri bu yere defalarca gitmiş, hatta lisedeki öğrencilik yıllarında okulu kırıp bahçesinde kızlarla az cilveleşmemişti. Ancak o dik postane yokuşu ise, ona her zaman zulüm gelmişti. Bir parkın kösesinde, tarihi bir duvarın önünde gökyüzüne doğru uzanan yaklaşık 10-15 metrelik bir sütundu Uzunyuva. Sütun; başına leylekler yuva yaptığından, halk arasında "Uzunyuva" olarak nitelendirilmekteydi. Yüz yıllardır sütünün gölgesinde yaşayan halk değişse de, belki de o hep orada olduğundan yerleşik halk tarafından ilgi çekici bir eser gibi görülmek yerine, ulu bir çınar, bir dağ veya bir kaya parçası gibi yörenin kanıksanmış bir uzvu olmuştu.
Yapılan araştırmaların birinde, yapının yakınında bulunan bir yazıtın okunması sonucu, Uzunyuva sütununun, MÖ 1 ile 2 yılları arasında kente yararları dokunan Menandros'un onuruna dikilmiş olduğu ortaya çıkmıştı. Menandros onur sütunu ve podyumu, Korint nizamında, tek sütun olarak hala ayaktaydı.
Peki, ama bu sıradan gibi gözüken bir yerde nasıl olur da yüzyılın en büyük tarihi eser kaçakçılığı yaşanabilirdi? Yattığı yerden doğrulup, odanın kenarında, en tenha köşeyi kapan masanın üzerindeki bilgisayarına yöneldi. Üzerinde dolaşan parmakların hırpalamasıyla, harfleri artık okunmaz hale gelen klavyenin tuşları, gecenin karanlığında şıkırdamaya başladı. İşittiği haberi detaylı olarak internette tarıyordu. Yapılan soygun ile ilgili pek fazla ayrıntı bulamasa da, şimdiye kadar tapınak zannedilen yerin aslında bir kral mezarı olduğunu hazine avcıları nasıl anlamış olabilirlerdi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UZUNYUVA-Katilin Gözyaşları
Misterio / SuspensoMö-5-4 yüzyıllarında Karia Medeniyetine başkentlik yapmış Egenin şirin bir ilçesinde, günümüzde yaşanan, belki de "yüzyılın en büyük tarihi eser soygunu" sonrasında işlenmeye başlayan akıl almaz cinayetler, katilin bir sonraki cinayeti için bı...