Elif BİÇEM
Duyduklarım bedenimde ki bütün dirayeti alırken başımın dönmeye başladığını fark etmem ile kendimi Yiğit'in arkasındaki sandalyeye zor bıraktım. Aleksander Rezmov'un varlığı, huzursuzluğu ruhumun en derinlerine bırakıp giderken, şahsiyeti ne geride ne bıraktığı enkazı ne de cevapları umursuyordu. Gidişinden ve laflarından belliydi bir daha karşı karşıya geleceğimiz ama neden, ne zaman ve benden ne bekliyorlar ki, ayrıca Mustafa Onur ile alakası ne bu işin? Gözlerimi kapatıp kafamı geriye atarak tekrardan ruhumun bedenim ile buluşmasını ve eski enerjimi kazanmayı bekliyorum. Uzaktan Yiğit'in bana seslenişlerini duyuyorum ama cevap verebilecek gücüm dahi kalmadı. İstediğim tek şey huzur tek şey sakinlik iken şu halime bak, eski kocamın tanıdığım adam olmadığını,hayatımda ki adamın da Avrupa'yla silah ticareti yapan bir adam olduğunu öğreniyorum. Anlayacağınız insan yanlış yapar da hep mi yanlışı bulur sorusunun cevabı gibiyim. Yiğit'in seslenişine daha fazla sessiz kalamayarak gözlerimi açarak endişeli lacivertlerine çeviriyorum bakışlarımı. Bakışlarımda ne gördü bilmiyorum ama göz göze gelmemiz ile bir adım gerilemesi bir oluyor. Sandalyenin kolçaklarından aldığım yardım ile ayağa kalkıp Yiğit'in karşısına dikiliyorum.
"Artık soru sormayacağım sana, sen zaten cevaplanacak soruların hepsini biliyorsun bence. Ve Mustafa Onur ile senin ne bağlantın olduğunu bana çok güzel açıklayacaksın şimdi. Çünkü ben artık sınırdayım, sabrımın da sevgimin de tahammülümün de sınırındayım."
"Tamam her şeyi anlatacağım sana ama zamanı var, lütfen Elif bana biraz daha süre ver, seni bebeğimizi garanti altına alayım öyle anlatacağım her şeyi. Ne sorarsan cevaplayacağım ama şimdi değil."
Yiğit'i duymam ile tükenmiş olan sinir bardağımı taşıran son damla da kendini bırakıveriyor. Sırtımı Yiğit'e dönerek geldiğim çalışma masamın üzerine ellerimi koyarak güç toplamaya çalışıyorum.
"Demek zamanı var, demek şimdi uygun zaman değil, demek beni ve bebeğimizi koruyacaksın, demek her soruma cevap vereceksin. Ve bunun zamanını sen belirliyorsun öyle mi?" diye cümleyi tamamlarken soğuk kanlı sesim beni bile ürpertiyor. "Öyle mi Yiğit, benim hayatıma sen yön verecek ve ben buradan izleyecek miyim?" derken sesimi yükseltmem ile masanın üstünü yere indirmeye başlamam bir oluyor. "Demek ben kukla gibi durup bekleyeceğim öyle mi?" diye bağırırken elime ne geçtiyse Yiğit'e fırlatmaya başlıyorum. Hayal meyal adamları dışarı gönderdiğini görüyorum ama yine de bu durum beni durdurmuyor. Tam tersine sinirim iyice tavan yapıyor.
"Cevap versene" derken hiddetimin beynimi esir aldığını hissediyorum.
"Elifim dur, Allah aşkına iki dakika dur konuşalım" dediğini duysam da önemsemiyorum.
"Sadece iki dakika mı durabilirim Yiğit Bey, daha fazla durmama izin var mı? İçine sıçtığımın hayatında ben ne günah işledim ki ölen bile yakamı serbest bırakıp siktirip gitmiyor. Söyleeeee..." feryadımı bağırırken gözlerimden ne zaman yaşlar akmaya başladığının farkında bile değilim. Beni kolları arasına hapseden Yiğit saçımı derin derin koklarken "Geçti, geçti meleğim ben buradayım geçti." dese de debelenmeye devam ediyorum.
"Yoruldum. Kısa ve öz bu kadar işte: YO-RUL-DUM. Mustafa Onur'un geride bıraktıklarından senin bilinmezliklerinden yoruldum. İstemiyorum hiç birinizi bırakın beni tek bırakın. Siktirip gidin." desem de Yiğit'in kolları daha sıkı sıkıya sarıyor beni.
"Hiçbir yere gidemem sensiz, sen benim her şeyimsin artık. Neden anlamıyorsun bunu neden her sarsıntı da beni uzaklaştırmaya çalışıyorsun yanından. Neden beni sahiplenemiyorsun Elif" diyerek dudaklarıma yapışıyor Yiğit, sanki ben de gördüğünü sandığı şeylerin gerçekliğine kendini inandırmak ister gibi. Hırçınlaşıyoruz her ikimizde dudaklarımız birbirini kanatırcasına arzuluyor. Ellerim saçlarının arasındaki yerini alırken Yiğit beni masaya oturtup bacaklarımın arasındaki yerini alırken bir saniye bile ayrılmıyor dudaklarımız birbirinden. Kanarcasına, mecburcasına tükenir tüketircesine gideriyoruz birbirimize olan ihtiyacımızı. Ben Yiğit'in ceketini üzerinden atıp, gömleğine sarıldığım sırada benden kısa süreliğine ayrılıp birkaç düğmesi açılmış gömleği başından çıkarıp fırlatıyor umursamazca. Benim kalem eteğimi yukarı çıkarıp dantelli kiloduma gözlerini dikmesi ile ayrılıyor bacaklarım ve seyrini sunuyor Yiğit'e.
"Sen, sen beni öldüreceksin" diyerek dizlerinin üzerine çöküp topuklu ayakkabımın olduğu bacağımı dizine koyarak baldırımdan öpmeye başlaması ile kafamı arkaya atıp inlemem bir oluyor.
"Yiğit, durma sakın" demem ile "Hiç kimse beni şu an yapacağım şeyi yapmaktan men edemez" diyerek baldır kısmından tutarak ten çorabımı yırtıp atıyor. Kilodumun üzerinden beni yalamaya başlayıp, dişlerini de devreye sokarken biz buraya nasıl geldik diye düşünmeden edemiyorum. Belli ki cevabı çok önemsemiyor olacağım ki kendimi Yiğit'in dili ve dişlerine bırakıyorum.
"Yiğit daha fazla bekleyemem" demem üzerine kemerini çıkarıp fermuarını açması ile pantolonunu aşağıya indirerek benim özlemimi giderecek olanı ovmaya başlıyor. Nefesim kesilerek onu izlerken, sızlıyor her bir tarafım ihtiyaçtan. Yalvarmaya hazırım şu an, istesin ruhumu teslim etmeye hazırım ve o bunu çok iyi biliyor. Benim ona olan zaafımı, çaresizliğimi ve ihtiyacımı çok iyi kullanıyor. Bunu fark etmem ile kaşlarımın çatılmasına engel olamayıp Yiğit'i gövdesinden itip bacaklarımı kapatmaya çalışırken benim ellerimi masaya sabitleyerek beni masaya iyice yatar hale getiriyor.
"Hayır Elif Hanım hiçbir yere gitmiyorsunuz siz ancak bundan anlıyorsunuz. Bana zaafın olduğunun farkında değil miyim sanıyorsun? Benim sana yok mu sanıyorsun?" derken kulağıma kilodumun yırtılma sesi geliyor.
"Ben iyi bir adam değilim, hiçbir zamanda olmadım iddia bile etmedim ve sende bunu çok iyi biliyorsun. Ama ben aşık bir adamım ve sen ben istemediğim sürece benden uzaklaşamazsın ve ben şu an bunu hiç istemiyorum" diyerek derinliklerime gömülüyor. Ağzımdan firar eden çığlık ile kafamı iyice arkaya yatırsam da bir eli belimi bulup masaya sertçe düşmeden beni destekliyor ve içimde hızlıca gidip gelmeye başlıyor.
"Sen benimsin ve mezarda ki çıkıp karşıma dikilse bile bu değişmeyecek anladın mı beni?" demesi ile gözlerim açılıyor. Ama daha da fazla hızlanıyor darbelerinin sertliği bana ondan bir iz bırakmak ister gibi gidip gelmeye başlıyor.
"Anladın mı Elif?" demesi ile nefes nefese cevap veriyorum "Anladım, Allah kahretsin anladım, seninim ve bu köleliğe de gönüllüyüm" demem ile hayvani sesler eşiğinde yine hızlanıyor.
"Şimdi Elifim" diyen şefkatli sesini duymam ile adını çığlıklarım arasında serbest bırakıyorum. Bir iki darbe daha gidip gelen Yiğit'te derinliğime iyice girerek daha fazla ıslatıyor beni.
Nefeslerimizi toplamaya çalışırken Yiğit "Elifim her şeyi anlatacağım sadece çok az bir süre ver bana, sadece bir hafta süre istiyorum senden olur mu?" uysal sesini duymam ile sorduğu soruya cevap verecek gücü bulamayınca kafamı sallamakla yetiniyorum.
Dudaklarını dudaklarıma yapıştırıp çektikten sonra alnını alnıma yapıştırıp "Seni çok seviyorum, sen benim her şeyimsin ve seni kaybetmemek için yapamayacağım hiçbir şey yok ama sadece bir hafta süre istiyorum senden" demesi ile çıldıran hormonlarım yine devreye girerek gözlerimden akan yaşlara engel olamıyorum tıpkı dudağımdan dökülen sözlere de engel olamadığım gibi.
"Seni çok seviyorum Yiğit, kimseyi sevmediğim kadar çok"...
&
Kısa bölüm oldu farkındayım ama işten dolayı fırsat bulamadım ne olur kusura bakmayın umarım beğenirsiniz=) Keyifli okumalar efenim=)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜCENİK
Fiksi UmumBen cenaze töreni boyunca mezara bakıp belirsiz düşüncelerimde boğulurken, pek sevgili kayın validemin nasırlaşmış elleri ile boğazıma yapışıp acısını hafifletme isteği ile sıraladığı suçlamaları hissizce dinledim. "Hep senin yüzünden, oğlum senin...