Erdem ağabeyin hikayesini dinlerken, kendi yaşadıklarım geldi aklıma, şu an başıma gelenler o kadar da önemli gözükmüyordu gözüme. Oysa sadece birkaç saat önce dünyanın en dertli adamı bendim sorsalar. İnsan kendi derdini ancak başkasının aynasında gördüğünde ölçebiliyormuş. Onu öğrenmiştim ben bu akşam.
Erdem ağabey ara verdiğinde, çayımızı tazeledik. Çayın sıcaklığında avuttuk umuda dair hayallerimizi. Hikayesinin umuda yürümesini istiyordum delice. Ama gözlerinden intihar eden kumrular tam tersini vuruyordu yüzüme. Konuşmaya başladığında derin bir nefes çektim içime.
"İnsan ölmek istese bile,teni kıymıklarla parçalansa bile, derdi tüm uzuvlarından kan olup aksa bile, sabah oluyormuş onu anladım ben o gün. Ne kadar önemsizmişim hayat sahnesinde onu anladım. Geçmez sandığımız bütün geceler geçermiş, anladım.
Sabah ilk işim bavulumu toplamak oldu. Doktor bir arkadaşımı arayıp benim için rapor yazmasını isterken, içimdeki öğretmen sinirden kıpkırmızı olmuştu ama buna ihtiyacım vardı. Eğer burada kalırsam katil olmam işten bile değildi o anda.
Bavulun en üstüne, hayatımın kırılma noktasını yerleştirdim. Delal'in mektubunu. Ömrümün sonuna kadar okuyacağım ve ağlayacağım sığınağımı yani. Kaybetmek, çok ağır geliyordu ruhuma. Öfke bir volkan olmuş patlamak için pusuda bekliyordu. Gitmeli ve kendimi bulmalıydım içimdeki bu enkazın arasından.
Odamdan çıkarken, son bir kez arkama bakıp, geriye dönebilme gücü vermesi için Yaradan'a dua ettim...
.........
Uğultular duyuyordum gecenin karanlığında, buğulu bir canım arkasından bakıyormuşçasına karışıktı görüntüler. İnsanlar el ele tutuşmuş bir şeyler kutluyorlardı.
Aydınlatılmış köy meydanı, yüzlerinde mutlu gülümsemelerle dolaşan insanlarla doluydu. Kahrından ölecek gibi olan bir ben vardım galiba. Ve hala neden orada olduğumu bilmiyordum. Sabah evden çıktıktan sonra Zinciriye Medresesinde oturup kalmış hiçbir yere gidememiştim. Sanırım, Delal'in başkasının olduğunu gözlerimle görmeden kabullenemeyecektim. Son kurşunu da sıksın bakalım kader dedim içimden. Son darbeyi de alayım ki ayaklanmak için nedenim olsun.
Gözlerden uzak bir karaltıda öylece dikilmiş, gelin ve damadın meydana gelmesini bekliyordum. Birden arkamda duyduğum sesle irkildim.
"Erdem ağabey, neden geldin?"
Baran'ın acılı sesi benim sesimin yankısı gibiydi. Bu genç adam da bizim yüzümüzden kedere gark olmuştu.
"Ablanı son kez görmeden gitmek istemedim Baran. Merak etme bir delilik yapmayacağım."
"Keşke yapsan be ağabey. Keşke filmlerdeki gibi gidip kolundan tutup götürsen ablamı. Çekip gitseniz buralardan. Sonra da mutlu mesut yaşasanız."
"Arkamızda bir enkaz bırakarak mutlu olamayız biz Baran, ne ablan ne de ben başkalarının mutsuzluklarının üzerine bir hayat kuramayız."
Bir süre yanımda dikildi sessizce, ellerini yumruk yapmış öylece izliyordu meydanı.
"Ben gideyim ağabey. Ablam birazdan çıkar."
Cevap vermedim. Benden bir cevap beklediğini de sanmıyordum zaten. Biraz sonra davullar çalmaya başladı. Gelin ve damat meydana çıkıyordu. Delal'i gördüğüm an diğer bütün ayrıntılar silindi gözlerimden. Bembeyaz gelinliğinin içinde cennet hurilerine benziyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YÂR'E SELAM DURANLAR
Cerita PendekÜç Adam, Üç acı, Üç aşk... İçlerindeki yaralar çaylarının rengine karışıp demlenecekti bu gece...