"Yüreğin kadar konuş!" dedim ona. Sonra başladı anlatmaya boşluklar vardı, hepsini sözlerle doldurdu. Kendince büyütüyordu yüreğini, kelimeleri tükendi sonra ve dönüp yüzüme baktı.
Tatmin vardı gözlerinde, yüreği büyüktü ona göre.
"Sen?" Dedi. "Sıra senin!"
"Çok sevildin." ...
...
Bür şeyler daha beklercesine baktı gözlerime " bu kadar mı yüreğin?"
"Benim kocaman bi yüreğim yok adam, hatta fazla küçük sevemiyorum öyle herkesi, ufacık yüreğim var onu da sıkış tepiş senle doldurdum."
Farkındaydım yüreğine kırgınlıklar bıraktığımın. Ama eksik kalan vardı, tamamlanamayan, ben ona onlardan bıraktım. İntikamını alıyordım gidişlerinin, terkedişlerinin.
Oysa ki o hayatıma girdiği gün nokta koymuştum her şeye sonra arkasını dönüp giderken noktamın yanına iki ayak izi eklemiş oldu. Ve ben o ayak izlerince sürüklendim.
İlk heyecanım değildi. Ne de ilk öpücüğüm. Hayır ilk onla da hayaller kurmadım. Ama ilk defa tam hissetmiştim. Onunla eksiksizdim. O gitti hiç oldum.
"Fazla lafa gerek yok. Bana arkamı döndün ve yürüdün ben sensiz kaldım. O kadar ezildim ki yokluğunla bensiz de kaldım... Gerçi sen ne bilirsin ki sen hiç bensiz kalmadın."
Dönüp arkamı yürürken boğuk sesim 'Şimdiye kadar.' diye fısıldadı gözlerimden süzülen bir sıcaklıkta ona katıldı.