-1- Yalnızlık ve Ölüm

436 20 11
                                    

-1-

Aşk neydi?

Gözlerden kalbe doğru yol alan ufacık bir bakış... Bilmem, belki. Ya da boş verin, bu en âlâ romandan fırlamış, beylik tanımı. 

Sevgi emekti, evet. Peki ya aşk?

Buldum!

Aşk, bir türlü sığamadığımdı gölgesine. Gölgesine sığmadığım gibi, güneşinde de ısınamazdım, bu üç harfin. Ne gariptir ki, hiç sığamadığım o gölgenin keskin soğuğunda büyümüştüm. Evet, hemen her çocuğun aksine annemle babamın derin aşkı, hiç ısıtmamıştı benim ürkek kalbimi Babamın anneme duyduğu o sonsuz aşk değil miydi zaten, aramızdaki aşılmaz duvarın temelinde yatan?

Kendimi bildim bileli, her Hıdrellez'de küçük bir not kâğıdının üzerine bir kare çizerim ben, karenin tam üzerine oturtulmuş bir üçgenle birlikte, elbette. Küçük bir kız çocuğuyken, öğrendiğim en basit haliyle resmederim hayalimdeki evi. Ve o evi ev yapan tek bir koşul vardır gözümde; bir baca. Hani şu mevsim ayırt etmeksizin, her daim tüten baca var ya, işte ondan. Tüten baca demek; hayat demektir çünkü. Bir evin bacası tütüyorsa, bir aile yaşar o evde, mutlu ve eksiksiz bir aile. Hiç sahip olmadığım ve şu an ki halime bakılırsa asla sahip olamayacağım o mutlu aileyi dilerim, tüm kalbimle. Kâğıtlara bir türlü sığdıramadığım bir şeyi isterim bir de; şu anda önüme konulduğundan adım gibi emin olduğum aynanın hakkını vererek, neye benzediğimi tarif etmek.

Bir bakış alacağım var bu dünyadan, tek bir bakış. Şöyle uzun uzun, doyasıya bakmalık ama. Her sabah camımın önünde cıvıldayan kuşu, evin tam kırk bir adım ilerisindeki bakkalın hemen önünde başını okşadığım kediyi, her sabah sesine uyandığım ablamın neşeli bakışlarına doğumumla serpiştirdiğim hüzün kırıntılarını, ağabeyimin saçlarıma şefkatle doladığı kalın parmaklarını, babamın görmeden bile ağırlığında kaybolduğum delici bakışlarını, ama en çok da kara gözlerindeki hüznü görmeyi isterdim. Sadece tek bir bakış, bir ömür yeterdi bana.

"Hüma..." Naif sesiyle sorguluyordu ablam. Hoş, bu kadar susması bile bir mucizeydi zaten! "Bu yüzünün hali ne böyle?"

İnce parmaklarını, eti hizasında törpülenmiş tırnaklarını hissettim kemikli yüzümde. Yanağımdaki parmaklar, gözyaşlarımın farkına varmama sebep oldu. Ağlıyordum. Görmeyi beceremeyen gözlerim, tuzlu yaşlarımı hapsetmeyi de beceremiyordu bir türlü.

Bir cevap vermeliydim. Bu ses tonunu iyi bilirdim, kaçışım yoktu.

"Bir şey olduğu yok," Yüzüme değen parmaklarına dokundum. "Farkında bile değildim."

Ablamın iç çekişini duydum. Hiç inandırıcı olmadığımı haykırıyordu, bu ses.

Dizlerinin üzerine çökmüştü ablam. Üzerimdeki gelinliğin eteğiyle uğraşıyordu, hissediyordum. Sonra bir hışım kalktı, çöktüğü yerden.

"Üzerindekini çıkar, Hüma!" Ses tonu hiç olmadığı kadar yüksekti. Böyle bir çıkış beklemediğimden olsa gerek, ürkmüştüm. Tüm benliğimi ele geçiren ürkekliğim sesime de yansımıştı. "Anlamadım..." Bal gibi anlamıştım oysa. Ama bazen anlamamak, en iyisiydi.

"Git ve üzerindeki gelinliği çıkar!" Kulağımda yankılanan bağırtı, artık anlamam gerektiğini söylüyordu. Kaçamayacağım bir kavganın tam ortasına doğru sürükleniyordum son hız. Artık kaçmak istediğimden de emin değildim ya neyse. "Abla... Lütfen..." Son bir gayretti benimkisi, henüz hazır olmadığım bir savaşa katılmamak için gösterdiğim son bir çaba. Ablamsa kılıcını çoktan kuşanmış, kalkanın ardına sığınmıştı bile. "Yeter!"

PERVÂNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin