-Bölüm İKİ-

722 130 39
                                    

Gördüklerimle ilgili ilk izlenimim yanlıştı. Su, zifirî karanlık değildi. Yüzeyde solgun bir ışık parlıyordu , muhtemelen ay ışığıydı çünkü gün ışığı olamayacak kadar grimsiydi. Altımdan yumuşak ve sarı iki ışık hüzmesi , nehrin derinliklerinden yükseliyordu sanki.

Hayır , yükselmiyordu. Işık hüzmeleri yukarıya bakıyordu fakat yükselmiyor , dibe batıyorlardı. Onlara hızlı bir bakış attım. Hemen altımdaki devasa, karanlık bir nesneden geliyorlardı. Farları karanlığa Işık saçan ve tekinsiz bir yavaşlıkla aşağıya doğru süzülen bir arabaydı bu.

Başımı iki yana salladım. Araba umrumda falan değildi; farların aydınlattığı genç adama kilitlenmişti gözlerim. Bedeni x şeklini almıştı;kolları gevşekce yukarı doğru süzülüyor,spor ayakkabılı ayakları aşağıya doğru sallanıyordu. Başı önüne düşmüştü fakat gözlerinin kapalı olduğu anlaşılıyordu.

Debelenmemiş, mücadele etmemişti; ansızın beni altüst eden bir şey fark ettim. Bilinci kapalıydı. Fakat ölülere işkence eden değil, yaşayanları öldüren türde bir bilinç kaybıydı bu.

Kendine gelmediği takdirde boğulacaktı.

Daha fazla düşünmeden, ona olabildiğince süratli bir şekilde yüzdüm. Ona ulaştığımda yüzünü tamamen görebiliyordum. Gençti; öldüğümde benim olduğum yaştan büyük değildi. Yüzü, durağanlığı içinde huzurlu görünüyordu. Çarpıcı derecede yakışıklıydı. Suyun altında olmamıza rağmen görebiliyordum bunu. Koyu renk saçları, akıntı yüzünden başının tepesinde neredeyse ağır çekimde süzülüyordu. İstemsiz, budalaca bir görüntü belirdi zihnimde: iki yana açılmış kolları, kanatları andırıyordu. İşe yaramayan kanatlar, tabi. Öldüğüm zaman kollarımın onunkiler gibi olup olmadığını düşündüm kayıtsızca.

Derken düşüncelerim bir kesinlik kazandı. Bu çocuk ölemezdi. Onu ölürken izleyemezdim. Burada, bu şekilde olmazdı.

Onu tutmaya, yüzeye çıkabilmek için çılgına dönmüş halde kıyafetlerini, kol ve bacaklarını kavramaya çalıştım. Uzun kollu gömleğini ve pantolonunu, hatta saçlarını çekmeye uğraştım.

Uğraşlarım elbette sonuç vermedi. Faydasız ölü ellerim ona dokunamıyor , onu kurtaramıyordu. Öldüğüm gece suda debelenmeme benziyordu bu, yaptığım hiçbir şey sonucu etkilemiyecekti. Güçsüz, Faydasızdım ve ölü olduğumun daha önce hiç bu kadar farkına varmamıştım.

Kısa süre sonra gözyaşı dökemeden hıçkırmaya başladım ve iki elimi onun göğsüne bastırdım. İkimiz nehrin derinliklerine batarken, kalp atışlarının yavaşladığını fark ettim.

Bildiğim kadarıyla hiçbir doğaüstü duyum yoktu. Insan duyularımın bazıları - yani görme ve işitme - Ölmeme rağmen varlıklarını sürdürseler de yaşayanların dünyasında hicbirşeyi koklayamıyor, tadamıyor ve hissedemiyordum. Geri kalan duyularım körelmemişti fakat gelişmemiş oldukları da kesindi.

Bu nedenle, onun kalp atışlarını duymak beni şaşkına çevirdi. Bu kadar net duymamalıydım ama duyuyordum.

Aramızdaki otuz santimetre kadar mesafeye ve sıradan işitme yetimle, kalp atışını sanki yüreğine bir steteskop tutmuşum gibi berrak bir şekilde duyabiliyordum.

Bunun ölümle bir ilgisi olup olmadığını merak ettim. Belkide ölüler olarak kendi tarafımıza ait birinin geldiğini işitebiliyorduk. Veya şimdiki durumda, bize doğru gitgide yavaşlayarak geldiğini.

İkimiz batmaya devam ederken onun kırılgan kalbi kendi sonuna yaklaştıkça, istikrarsızca atıyordu. Her bir vuruş, öncekinden daha yavaştı, ta ki...

Kalbi bir kez tekledi. Derken iki kez . Ve artık sesini duymuyordum. Çocuğun dudaklarının arasından minik bir baloncuk fırladı ve su yüzeyine doğru süzüldü.

Çığlık attım. Tıpkı ölüm bana ilk çarptığında, kudretsizligim karşısında küçük düşmüş ve öfkeli hissederek yaptığım gibi. Çığlık attım ve faydasız ellerimle onun kalbine vurdum.

Tam o anda gözleri aralandı.

Bir sola bir sağa baktı, etrafındakileri inceledi. Sonra bana baktı. Tam gözlerimin içine.

Donakaldım. Yoksa beni... görebiliyor muydu?

Gülümsedi ve aniden elini uzatıp yanağıma dokundu. Ilık tenini tenimde hissettim.Düşünmeden elimi onun elinin üzerine koydum. Ona dokunurken tebessümü gitgide büyüdü.

Gerçekten görüyordu beni.

Beni görüyordu, beni görüyordu, beni görüyordu.

Durgun sabit kalbim yerinden fırladı. Aynı şekilde onunkide.

Kalbi-daha az önce ölümünü dinlediğim kalbi- tekledi, sonra yine tekledi. Kalp atışları başta yavaş ve istikrarsızdı fakat çabucak dengeye kavuştu.

Başını eğip göğsüne, sonra yine bana baktı; kaşları, içinde yükselen ses karşısında şaşkın birer kavis çizdi.

Sonra öksürdü. Haraketle tüm bedenini sarstı ve ağzından kabarcıklar yükseldi.

Tekmeler savurmaya, debelenmeye başladı. O debelenirken artık kalbini duyamadığımı fark ettim. Sessizdi en azından benim için. Fakat o kıvranıyor ve kara sularla savaşıyordu. Ciğerleri kasılarak hayata dönerken şiddetle öksürmeyi sürdürdü çalkalanan suyun ardında yüz ifadesini görebiliyordum. Öfkeli,korkmuş ve ümitsizdi. Bu ifadeyi tanıyordum. Bu ifadeyi bir zamanlar bende taşımıştım. Bu oğlan hayattaydı.

Hayattaydı ve ölmek istemiyordu.


KAYIP RUH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin