-Bölüm Altı-

347 81 20
                                    

Öyle olsaydı ya onu ve tenlerimizin olağanüstü temasını hissederdim yada bedenimi karıncalandıran, yıkılmaz bariyeri. İki türlüde bir şeylerin yanlış gittiğini anlar ve tam da olması gerekeni yapıp benden kaçardı.

''Pekala,'' diye başladı oldukça rahat bir tavırla.

''Pekala,'' diye karşılık verirken, gözlerim çıplak ayaklarıma kaydı. Utanmıştım, korkuyordum ve heyecanlıydım.

''Ben Kıvanç.''

''Biliyorum.''

''öyle tahmin etmiştim.''

 Sesindeki muzip ifade başımı yukarı kaldırıp en sonun da gözlerine bakmamı sağladı.Tıpkı hatırladığım gibi gözleri koyu renkti fakat kahverengi değildi.Tuhaf, koyu bir mavi; gece yarısı gökyüzünün aldığı renge benziyordu. Daha önce hiç bu renk gözler görmediğimden emindim ve dengemi sarsmışlardı. Sadece onlara bakmak bile beni heyecanlandırıyordu. 

     Ansızın huzursuzluk içinde nasıl göründüğümü düşündüm; saçlarımdaki düğümleri, ölü solgun tenimi, sımsıkı korsesi ve tüllü eteği ile fena halde uygunsuz kaçan sıtraplez elbisemi. Ölü kızların katıldığı bir güzellik yarışmasına gidiyormuş gibi bir halim vardı muhtemelen. Çok uzun zamanlar ilk defa bir aynaya bakabilmeyi istedim;gerçi yansıması olmayan ve kıyafetlerini değiştiremiyecek birine bir yararı dokunmazdı ki bunun.

    Fakat o benim huzursuzluğumu fark etmemiş gibi görünüyordu. Bunun yerine dosdoğru gözlerime bakıp bana gülümsedi ancak yüzündeki eğlenen ifade biraz kaybolmuştu. Daha düşünceli görünüyordu şimdi, sanki aramızdaki esrarengiz bir şeyler olduğunu biliyor gibiydi. Sorularımız vardı.

''Pekala.'' diye girdi söze tekrar.

''Bunu zaten söylemiştin.''

''Evet doğru.''Hafifçe gülümsedi, ayakkabılarına baktı, dalgın bir şekilde saçlarının arasından geçirdiği ellerini ensesine koydu.

    O küçük sızı yeniden başlamıştı işte, içimde nabız gibi titreşiyordu. Dalgınlıkla yaptığı o hareket, elini saçlarının arasından geçirmesi inanılmaz sevimliydi. Öyle hayat dolu, öyle canlı görünüyordu ki, sözcükler dudaklarımın arasından dökülüverdi. 

    ''Neler olduğunu bilmek istiyorsun, değil mi?''

Budalanın teki gibi gözlerimi kırpıştırdım, ağzımdan çıkanlar beni irkiltmişti. Aptal! Aptal! Aptal!

''Evet aynen.Bunu bilmeyi gerçekten istiyorum.''Elini ensesinden çekti ve bana dahada ısrarlı bir biçimde baktı, gözlerindeki neşe tamamen kaybolmuştu.

''Kahretsin.!''

''Şey mesele biraz karışık Kıvanç.'' dedim.

''Evet?'' dedi.

''Hmm...'' diyerek bocaladım ve öldüğümden beri yapmadığım bir şey yaptım: Yerimde kıpırdanmaya başladım. Eteğimi çekiştirip büküyordum.Şimdi ne söyleyeceğim konusunda en ufak bir fikrim yoktu.

  Görünüşe göre o da aynı durumdaydı. Endişeyle eteğimi çekiştirmemi izledi ve sonunda ben bakışlarına karşılık verene dek gözlerini yüzüme dikti.

       ''Adın ne?'' Bu yumuşak, ve nazik bir soruydu. Beni asıl konuya döndürmeye  çalışmıyordu. Gerçekten bilmek istiyordu.

''Lina.''

''Soyadın ne, Lina?''Sesi, ismimi öyle sarmalıyordu ki aptalca bir cevap daha geveledim. 

''Soyadımı bilmiyorum.'' daha doğrusu bunu mezarlıkta arayıp bulacak kadar cesur hissedememiştim hiç.

KAYIP RUH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin