-Bölüm Onüç-

211 47 4
                                    

Ölüm, eski araba yolculuğu anımı çalmış olabilirdi ama yeni anılarımı kesinlikle çalamazdı. Kıvanç arabayı daha da uzaklara sürdükçe, yolculuğa ve onu takip edecek olaylara dair korkularım eriyip gitmeye başladı.

Kıvanç'ın ödünç aldığı araba parkın dik,dolambaçlı yolları boyunca ilerlerken neredeyse ön panele yapışacak kadar öne çekmiştim kendimi. Gür ormanın ön camın ardındaki manzarada hızla geçişini izledim.

Arabada oturmanın fiziksel hissini yaşayamasamda buna hiç üzülmüyordum. Sanki zincirlerimi kırmıştım; inanılmaz bir hızla gittiğini hissediyordum, âdeta uçuyordum. Koltuğun kenarını kavradım ve mucizevi biçimde, sert derinin parmak uçlarıma sürtündüğünü hissettim.

"Hey,Lina?"

Kıvaçın endişeli sesi düşüncelerimi kırdı ve derinin verdiği his aniden kayboldu.

"Evet?" Ona bakmaktan ne kadar hoşlanırsam hoşlanıyım, gözlerimi yoldan bir an bile ayıramıyordum.

"Sana ne yapman gerektiğini falan söylemeye çalışmıyorum ama lütfen arkana yaslanır mısın? Böyle oturarak araba kullanma yeteneğime çok fazla güvenmiş oluyorsun."

Güldüm. "Yani sonuçta ön camdan fırlayıp gidicek halim yok."

Kenardan görebildiğim kadarıyla yüzünü buruşturmuştu. Zihnimde nehirde batan arabasının görüntüsü canlandı. Aptallığımı fark edip başımı salladım.

"Affedersin," diye mırıldandım. "Kötü bir şakaydı."

"Önemli değil," dedi belli belirsiz bir gülümsemeyle.

"Ama...Sonuçta heyecanlandırıyorsun beni."

"Affedersin," diye yeniledim ve arkama yaslandım.

Gözlerim pencerelerin dışındaki puslu manzaraya kilitlenmişti. Kendimi öne doğru eğilmemek için zor tutuyordum, bu yüzden olduğum yerde durabilmek için koltuğun kenarını kavradım ve boşu boşuna deri dokunun tenimde yarattığı duyguyu yeniden canlandırmaya çalıştım.

Sonunda ormanlık alan küçük bir kasabaya çıktı. Yol, küçük binalar ve seyrek çam ağaçları bir serpiştirilmiş bir tür ana caddeye kıvrıldı. Yol kenarında ahşap tabela bizi şehir merkezine buyur ediyordu.

Kasaba, bana uzun zaman önce gördüğüm fakat şimdi net hatırlamadığım, hayal meyal tanıdık gelen bir fotoğrafı anımsattı. Ölüyken bu kasabadan geçmiş miydim? Gezindiğim yerlere pek dikkat etmemiştim. Emin olamıyordum ve belirsiz aşinalık, yerimde kıpırdanmama neden oluyordu.

Hemen sonra Kıvanç hızını saatte üç dört kilometreye indirdi. Ardından daha fazla çam ağacının bulunduğu bir yan yola saptı. Ağaçlar seyrekleşmeye başladığında bir dizi kısa bina belirdi. Kıvanç otoparka girerken birkaç öğrencinin ortalıkta dolaştığını ve binaların arasındaki koridorlarda ilerlediklerini görebiliyordum.

"Yetiştik." Kıvanç rahatlayarak içini çekti. Arabayı park etti, sonra emniyet kemerini çıkarıp arka Koltukta ki okul çantasına uzandı.

Önümüzdeki kırmızı tuğla binalardan gözümü ayırmadım. Düz, beyaz çatıları, çim alandaki mor bankları, kocaman harflerle, " HADİ ÇİTALAR " yazan soluk metal tabelaları inceledim. Binaları gözüm biyerden ısırıyordu ama net hatırlayamıyordum...

"Bizim Güzel Sanatlar Lisesi işte. Girelim mi ?"

Kıvanç'ın sesini bukadar yakınım da hissetmek beni aniden yerimden zıplattı. Arabanın dışında duruyordu, bir eliyle yolcu koltuğunun kapısını açmış, diğer eliyle de sağ omzundan sarkan çantanın sapını kavramıştı. Dalıp gittiğim için onun arabadan inip kapımı açtığını fark etmemiştim bile.

KAYIP RUH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin