-Bölüm On beş-

196 44 6
                                    

O, an bir oda dolusu canlı insanın önünde dikildiğimi fark ettim. Aniden o klişe ergenlik rüyasını anımsadım: Çırıl-çıplak halde arkadaşlarınla dolu bir sınıfın önünde dikilmek. Tabi ki çıplak değildim ve bu canlı varlıklarda arkadaşlarım sayılmazlardı ama yine de fena halde çıplak hissediyordum. Çoğu arkamızdaki tahtaya bir şeyler yazmaya başlayan öğretmeni izlerken sıkılmış gibi görünse de hepsi sanki gözlerini bana dikmiş gibi tatsız bir duyguya kapılmıştım.

İşte tam o anda, öldüğümden beri hepsi de aynı yere toplanmış ve bu kadar fazla canlı dünyevi varlığın etrafında hiç bulunmamış olduğumu fark ettim. Dolayısıyla nefes alan, kızaran, kalbi atan bir sürü insan beni geriyordu. Kendimi korumak için bir köşeye kıvrılmak istiyordum.

Kıvanç'a baktım. Oda meraklı bir şekilde sınıfa göz gezdiriyordu. Her bir sınıf arkadaşını inceledikten sonra, gözlerini yeniden bana çevirdi. Vay be, dedi dudaklarını oynatarak. Kafam karışmış bir halde kaşlarımı çattım. Başıyla çok hafif bir yuvarlak çizerek sınıfını gösterdi ve yeniden bana bakarak ısrarlı bir şekilde başını salladı.

Söylemek istediğini anladım. beni sadece kendisinin gördüğünü ancak şimdi tam anlamıyla fark ediyordu. Parkta beni dinlemiş ve bana inanmıştı...tabii yalnızca teoride. Burada teori teste tabi tutulmuştu. Benim görünmez olduğumu, bir hayalet olduğumu kanıtlayan bir teste.

Başımı sallayarak onayladım. Bu ani farkındalığı güçlendirmek için yüksek sesle, ''Garip değil mi?'' dedim.

Kıvanç dışında kimse bana bakmadı. Vay be, dedi yine dudaklarını oynatarak, sonra da gülümsedi.

Bu gülümseme paragraflarca şey anlatıyor, onun yeni arkadaşının doğası hakkındaki düşüncelerini açıkca söylüyordu. Bu gülümseme göğüs kafesimde ki o küçük, sıcak sızıyı, öz güvensizliğime merhem olan bir duyguyu serbest bıraktı; bu tebessüm ihtiyaç duyduğum tek güvenceydi.

Daha cesur bir şekilde bende ona gülümsedim. Tek elimi belime koyup canı sıkılan, farkında olmayan seyircime doğru  eğilip selam verdim, sonrada sanki lütfedip performansımı izledikleri için teşekkür edercesine yüksek sesle el çırptım. Yine kimse bana bakmıyordu.

Zihnimde kısa bir anı canlandı: Ölümümden hemen sonra, beni görmeyen yabancılara bağırmam. Bu anla kıyaslandığında, hatırladığım bu ızdıraplı anıda açıklanamaz bir şekilde başımı döndüren ve beni sersemleten bir şey vardı. Kollarımı göğsümde bir general edasıyla birleştirip sınıfın önünde volta atmaya koyuldum.

''Muhtemelen sizi bu gün buraya neden çağırdığımı merak ediyorsunuz,'' diye girdim söze, en kalın ses tonumla.

Kıvanç homurdandı ve başını salladı.''Kaçık,'' dedi yüksek sesle.

''Ne dediniz, Bay Kıvanç?''

Bayan Gülriz tahtadan arkasını dönerken sesi sınıfa yankılandı. Kıvanç çaresizce hatasını kapamaya çalışarak kuru kuru öksürdü.

Ne yazık ki yanında oturan iri yarı, kızıl saçlı oğlan da dahil olmak üzere bazı sınıf arkadaşları, Kıvanç'ın hareketlerini öğretmenle dalga geçmek olarak yorumladılar. Sözümona eğlenceye katılarak hepsi gülmeye başladı. Duymadığı bir şakanın hedefi olduğuna inan Bayan Gülriz, şimdi elinde tuttuğu tebeşir gibi dimdikti. Kızgın bakışları tek kelimeyle öldürücüydü.

''Bay Demirkıran, madem bu konuyu şahane bir şekilde biliyorsunuz, lütfen tahtaya gelin de bu diferansiyel denklemin mertebesini bize söyleyin.'' Sözcükleri resmen tükürmüştü.

Kıvanç paniklemiş halde bana baktı. ''Çok üzgünüm. Çok aptalım.'' 

Açıkca başını belaya sokmama rağmen bana hayır demeye çalışırcasına başını hafifçe iki yana salladı. Yerinden doğruldu ve ağır ağır tahtaya yürüdü, ince parmaklarından tebeşiri alırken Bayan Gülriz'e bakmamaya çalıştı. 

Çaresizce ellerimi havada sallayarak koşar adım yanına gittim. Önündeki  karmaşık matematik problemine baktığımda gördüğüm şey sayılar,harfler ve sembollerden oluşan karman çorman bir yumaktı. Denkleme bakarak gözlerimi odaklamaya çalışırken, Ah hayır, diye düşündüm. Sadece büyün o d'lere 3'lere, x'lere ve y'lere bakarken bile Kıvanç kadar hızlı nefes almaya başladığımı hissediyordum.

O da tamamen ifadesiz bir suratla tahtadaki denkleme bakıyordu. Epey zeki görünüyordu... ama belki o kadar da değildi. En azından bir anda bir soru sorulduğunda veya bu zor problemle karşı karşıyayken.

''Kahretsin,'' dedim yüksek sesle. Ne yapacağım konusunda hiç bir fikrim yoktu. Gözümün ucuyla Bayan Gülriz'in, şimdi tebeşiri denklemin altına bastırmış ve hareket ettirmeden tutan Kıvanç'a pis pis sırıttığını görüyordum. Öğretmenin kendinden memnun hali beni çıldırttı. Yine tahtaya dönüp gözlerimi denkleme diktim, bir şey, herhangi bir  şey yapmaya kararlıydım.

Hiçbir şey... hiçbir şey... hiçbir şey gelmiyordu aklıma.

Derken sonra...

''Üç'' diye bağırdım.'' Kıvanç, en yüksek türevi d üzeri 3 /dy üzeri 3 yani, mertebe üç. 

Tek kaşını kaldırıp bana yandan bir bakış attı ve sonra tahtaya üç rakamını yazdı. Bayan Gülriz'e döndüğünde yüzünde belli belirsiz bir gülümseme geçti fakat ses tonu alçak gönüllüydü.

''Sanırım mertebe Üç efendim.''

Bayan Gülriz'in ağzı alabalık gibi açık kaldı. Kıvanç ona tebeşiri vermek için uzandığında, dalgınlıkla alıp cebine koydu.

''Şey...hmmm...''

Sınıfın önünde kekelerken Kıvanç bir çalımla sırasına yürüdü. Dar koridorda iyice sokularak yanında yürüdüm. Kıvanç, sırasının önünde oturan kum rengi saçlı bir oğlanın önünden geçerken oğlan yumruğunu öne doğru uzattı. Kıvanç sol yumruğu ile onunkine dokundurdu.

Kıvanç o anı dikkat dağıtmak için kullanarak, neredeyse görünmeyecek şekilde sağ elini uzattı ve parmaklarını benimkilere doladı. Elimdeki alev, bana edebileceği en güzel teşekkürdü.

KAYIP RUH Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin