YOU'RE GONE...

112 6 0
                                    


Karanlık bir gecede sahilin en ucunda kimsenin uğramadığı yerde ki ateşin etrafına uzanmıştı kısa bir beden. Yanındaki uzun çocukla. Ateşin karanlık yansıması geceyle bütünleşirken beyaz yüzünü gölgede bırakıyordu. Üzerinde ki gömleğin üst kısmında açık kalan düğmelerinden tenininde yüzü gibi beyaz olduğu anlaşılıyordu. Heykel gibi görünüyordu. Özenle işlenmiş bir heykel. Bir erkeğe göre fazla güzeldi. Fazlasıyla güzel.

Şu dakikadan sonra ona bakmak yasakmış gibi gözlerini kapadı uzun olan güzel çocuğun yanında uzanırken. Tam o anda bir yaş düştü gözlerinden. Göz yaşıyla birlikte akıllara kazınan cümlelerde düştü dudaklarından.

"Herşey değişti. Sen gidiyorsun ve ben ağlıyorum. Yalnız birşekilde... Seni seviyordum, üzgünüm."

Gözlerini açıp bakamadı son kez küçüğüne. Biliyordu bu yüzden pişman olacağını. Doymadan bırakamazdı çünkü. Ama ona hiç doyamayacaktı da. Bu yüzden çığlıklarını içine attı. Aynı şeyi gözyaşlarına yapamadan... Nefesini tutmayı denedi kokusunu almayayım diye. Ellerini kendi etrafına sardı ona dokunmayayım diye. Çünkü her zaman olduğu gibi dokunmak istese izin alması gerekirdi yoksa suçlu hissederdi. Ama şimdi dokunmak için izin almak istese cevap verecek kimse yoktu ve bu canını yakıyordu.

Gece yavaşça üzerine çöktü iki aşığın. Soğuk rüzgarıyla kavradı biri cansız biri canını kaybetmiş olan bedenleri. Aynı zamanda ateşi de söndürdü sarmalarken onları. Çünkü biliyordu uzun olanın yaşamayı hissetmesi gerektiğini. Uzun olan istemediği halde yaşama tutunmalıydı. Küçüğünü kaybetmişti ama onu üzdüğü anların cezasını burada kalarak yaşamalıydı yaşamak istiyorsa.

Çünkü küçük ona söz verdirtmişti. Herzaman onların olan alanda kalmasını sonsuza dek orada yaşaması adına söz verdirtmişti. Sehun'da hiçbirşeyden habersiz kabul etmişti bunu. Çünkü ona göre Luhan'a karşı koymak mümkün değildi...

****

"JONGİN!"

"Ne bağırıyorsun lan salak?! Duyuyoruz, sağır değiliz." 

"Ya! Ne bileyim? O kadar çok bağırıyorsunuz ki, bağırma ihtiyacı duydum." derken sinsi bir sırıtış attı Sehun. Kendilerine ait içmek için bir mekanları vardı oradaki merdivenlerden aşağı inerken konuşmuşlardı bunları.

"Dostum." dedi Jongin alaycı bir tonda nefes verirke.

"Çok istiyorsan sen de bağıracak bi' tane bul. Bana sarmana gerek kalmaz hem, ha?" Sehun ona göz devirerek cevap verdi.

"Hey,hey,hey. Sakin ol. Bulacağım ve getireceğim esmer çikolata." Jongin'in bakışlarına karşın alaycı bakışlar sundu. Sonra aynı anda güldüler ve Sehun dışarı çıktı.

Yolda ilerlerken ilerideki sahile gitmeyi düşündü. Sahile indiğinde denizin kokusu burnunu doldururken rüzgar saçlarını tarıyordu. Sehun bu ana elinde olmadan huzurlu bir gülümseme sundu. Rüzgar buna aşık olmuştu, yavaşça Sehun'u sarmaya başladı. Tişörtünün içinden tenine ulaştı, orada dolandı. Sehun bundan hoşnut bir ifadeyle sahilde ayaklarına sular vururken yürüdü.

Sahilin sonuna geldiğinde kimsenin fark etmediği, fark etselerde mear etmedikleri büyük bir devasa bir kayanın ortasındaki yarıktan diğer tarafa geçti. Burası ağaçlarla kaplıydı ve buraya da deniz ulaşıyordu. Ağaçların azcık önünde iki katlı bir ev vardı. Sehun'un kafa dağıtmak içi geldiği ve kimsenin haberinin olmadığı bir evdi burası. Evin içine attı kendini. Salon olarak kullandığı geniş alanlardaki koltuğa attı kendini. Gözlerini kapıyordu ki yukarı kattan bir ses geldi.

YOU'RE GONE...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin